Zaman Ötesi Yaşam Gerçeği
Gerçekte, zamanın ve mekânın olmadığı bir âlemin içinde yaşamaktayız da, bunun bilincinde değiliz!.. Ve belki de şartlanmalarımız o kadar ağır basmakta ki; idrakımızın önünde olan bu gerçeği gene yapımız ve şartlanmalarımız sebebiyle inkâra kalkışmaktayız.
Evrensel boyutlarda meseleye bakarsak sürekli bir oluşum ve dönüşüm söz konusudur. Bu oluşum ve dönüşüm sırasında insan; algılama araçlarına nispetle, o günün cehli içinde bir aydınlık devreyi bir karanlığın takip etmesini bir gün olarak kabullenmiş ve bunu da o günkü anlayış içinde Güneş’in doğup batmasına bağlamıştır.
Düz tepsi gibi bir Dünya ve bir yandan doğup bir yandan batan, sonra Dünya’nın altından dolaşıp yine öbür taraftan yükselen Güneş’e bağlı olarak oluşan bir gün!..
Sonra bir başka grup çıkmış ve Ay’ın doğup kayboluşu esasına nispetle 28 günlük ayları ve bunun 12 defa tekrarlanmasından ibaret olan yılı kabullenmiş...
Bir başka topluluk Güneş’in dönümü esasına dayanarak 360 günlük seneyi ve 12’ye bölümü olan ayları kabul etmiş. Ve böylece Dünya üzerinde yaşayan bedenlerin çevrelerinde dönen Ay ve Güneş’e izafetle kabullendikleri zaman birimleri oluşmuş...
Oysa bilimsel açıdan ya da felsefi açıdan ve hatta dinin tefekkür yanı olan tasavvuf açısından meseleye bakılırsa, tek bir varlık ve nesne olan âlem yönünden zaman parçalarından söz etmek mümkün değildir. Her nesneye göre, ya o nesnenin yapısı bakımından izafî zamanlar söz konusudur, ya da evrensel tek bir an söz konusudur. Bu açıdan da devam edilince, zaman denilen şeyin olayların birbiri ardınca sıralanması olduğu ortaya çıkar.
Evet, tefekkürü itibarıyla zamanın, idrakı itibarıyla da mekânın söz konusu olmadığı bir evrende yaşamını sürdüren insan, ne hikmettir ki, gerek şartlanmaları ve gerekse de kendisi sandığı bedeni vasıtasıyla, zaman ve mekân kayıtları ötesinde, evrende idrakı kadar yer kaplamaktadır.
İnsan; gerçek algılama aracına yani tefekkür kabiliyetine göre bilinen boyutların çok ötesinde bir yaşam şekline geçebilme imkânına sahip olduğu hâlde, acaba neden ve ne şekilde kendini madde kayıtları içinde, “dünya zindanı”nda yaşamak zorunda bulmaktadır ki?..
İnsan ve dünyası nasıl kurulmuştur?
Bu noktaya gelmeden önce, Burçlar ve Güneş sisteminin gezegenleri hakkında, müslüman çevrelerce evliyanın önde gelenlerinden kabul edilen Muhyiddini Arabî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İmam Azîz Nesefî gibi zevâtın bu konulardaki bazı görüşlerini nakledelim...