“Hak” ve “Halk” Hakkında
İşte bu terkibiyet hâli “halk” ismiyle kastedilmiştir. “Hak” ve “Halk” diyoruz ya... HÂLIK isminden Halk meydana gelmiştir. Halkolmuş dediğimiz şey bu terkiplerdir.
Halketmek, var olmayan bir şeyi var kılmaktır. “Halk” diye bir şey yok!.. İşte yok olan bir şeyi, var kılıyor!.. Ama neyle var kılıyor, gene kendi mânâlarıyla!.. Mânâları değişik terkipler şeklinde meydana getirerek, her bir terkipte değişik oranlarda aşikâre çıkartmak suretiyle, halk ismi müsemması meydana geliyor. “Halk” ismi ile işaret ediliyor. Ama “halk” isminin müsemması, Hakk’ın mahiyeti itibarıyla Hakk’ın kendisidir!.. Ancak biz “Hak” kelimesiyle bu Esmâ ül Hüsnâ’yı, bu Esmâ ül Hüsnâ’ya sahip olan varlığı kastederiz. Yani, bu isimlerin mânâlarının tümünün sahibini!..
Eğer bir terkip durumuyla bu isimlerin mânâları bir mahalde toplanmışsa, o zaman ona “Hak” değil “halk” adını veririz!..
Dolayısıyla, terkibiyetten doğan tâbirler, “halk” adına bağlanır, “Hak” adına bağlanmaz! “Hak” dediğimiz zaman, bu isimlerin mânâlarının sahibi olan varlığı kastederiz. Halk veya mahlûk dediğimiz zaman da bu terkibi kastederiz!
“Mahlûkta” ve “halkta” dediğimiz hâller, halk olarak müşahede edilmesi dolayısıyla, geçerli olan tâbirlerdir. Eğer aynı hâllerde o isim terkibinin mânâsının aslı olan Hakkaniyetini müşahede edersen; terkibiyet yönünü değil de, o ismin aslını; mânâdaki asliyyetini müşahede edersen, o zaman “Hak” adını verirsin!
Bu neye benzer; akvaryuma bakıyorsun, akvaryumda suyu görüyorsun. Ama, balıkları gösterip akvaryumda yaşıyorlar, diyoruz. Akvaryumda yaşıyorlar, derken akvaryumdaki “suda” demek istiyoruz. Ama konuşmada, akvaryumdaki “suda” demeden, sadece kısaca akvaryumda diyoruz. Hâlbuki balık akvaryumda değil, suyun içinde yaşıyor!.. Akvaryumdaki suyun içinde yaşıyor!..
Eğer burada sen, akvaryumdaki suyun denizdeki su olduğunu veya göldeki su olduğunu, göldeki sudan farklı bir şey olmadığını müşahede ediyorsan, o suyun göldeki su olduğunu müşahede ettiğin gibi; herhangi bir terkipte ortaya çıkan mânânın sahibi olan, ana varlığı müşahede ederek “Hak” diyebilirsin!..
Fakat o mahalde, bir isimler terkibi olduğunu ve bu isimlerin değişik oranlarda bir araya gelmiş olduğunu müşahede ettiğin zaman, ona “Hak” değil “halk” dersin; ve o noksan olarak nitelendirilen hâli ona bağlayabilirsin.
Zaten noksanlık denilen hâllerin oluşması zaruridir ve elzemdir!.. Çünkü o noksan denilen hâller olmasa, kemâl denilen mânâ anlaşılmaz, müşahede edilemez!.. Her bir noksanlık, bir kemâlin ortaya çıkmasına vesiledir. İlâhî isimlerin, bu terkiplerle, çeşitli noksanlıklar şeklinde müşahede edilmesi gereklidir ki, o isimlerin kemâl yönleri de neticede müşahede edilebilsin, seyredilebilsin!..
Sınırlı müşahedede, müşahede edilecek mahale verilecek isim, “halk” ismi olur!.. Sınırsız müşahede söz konusu ise, bu defa müşahede edilene verilecek isim “Hak” olur. Zâhir gözüyle, “Hakk”ı görmek muhaldir! Çünkü zâhir gözü, mutlak olarak sınırlı görür! Zâhir gözü mutlak olarak sınırlı gördüğü için, zâhir gözüyle gördüğüne “Hak” diyemezsin, “halk” demek mecburiyetindesin!.. Çünkü, sınırlı olarak müşahede ettiğin her şey terkiptir ve “halk” ismine bağlanır!..
Allâh’ı, ancak bâtın gözü ile müşahede edebilirsin. Bâtın gözü ile müşahede edebilirsin derken, ne demek istediğim anlaşıldı mı?
Zâhir isminin de mânâsı, Bâtın isminin de mânâsı Allâh’a aittir!.. Fakat Allâh’ı zâhirde görüyorum diyemezsin! Çünkü zâhir dediğin âlem, kısıtlılık âlemidir! Neye göre?.. Senin görme boyutuna, görme işlevini yapan nesnene göre!.. Nitekim görme dediğin fiil, göz aracına bağlı değil mi; beyne bağlı değil mi?
Dolayısıyla, bu mahaller de, Hakk’ın zâhir ismi yönünden, her ne kadar Hak ise de; nihayet belli bir terkip, belli bir kabiliyet ile kayıtlıdır. Kayıtlı varlık, kayıtsız varlığı göremez!.. Kayıtlı varlık, kayıtlı varlığı görebilir!
Kayıtlı varlığın, kayıtlı varlığı müşahedesi dolayısıyla da ben “Allâh’ı görüyorum” diyemezsin! “Ben Allâh’taki mânâlardan meydana gelen âlemi müşahede ediyorum” diyebilirsin!
Allâh’ı neyle seyredebilirsin, Allâh’ı neyle görebilirsin?..
Allâh’ı görmek denen şey nedir?..
Allâh’ı görme, bir kere senin anladığın, benim anladığım mânâda “görme” fiili değildir! Allâh’ı görmek denen şey, “görme” fiili değildir!..
Çünkü, Allâh’ı görüyorum, dediğin zaman; Allâh isminin mânâsı; daha ilk sohbetlerimizde konuştuk ki, Zâtı, Sıfatı, İsimleri ve Efâliyle tüm kâinat bunun içine girer!.. Ve bu kâinatın Esmâsı, Sıfatı ve Zâtını da ihâta etmesi şart!..
Böyle bir varlık!.. Hâlbuki, sendeki görme hâli, “görüyorum” dediğin hâl, eğer fiil mertebesindeki göz dediğimiz noktayı da kaldırırsak ortadan, bir idraktır. Bir ilimdir!.. Peki..?
İdrak, Allâh’ı idrak edebilir mi?..
“EBSAR (görme - değerlendirme organları) O’NU İDRAK EDEMEZ; O, EBSARI İDRAK EDER (değerlendirir)!..” (6.En’am: 103)
İdrak... Zâtı itibarıyla Allâh’ı idrak edemez, çünkü idrak dediğin şey, İsim mertebesinde meydana gelmiş bir mânânın, Fiil mertebesindeki ifadesidir!.. İdrak, müdrikeye dayanır, idrak gücüne dayanır! Bu idrak gücü de Esmâ mertebesinde meydana gelir. İlim sıfatının Esmâ mertebesindeki mânâsı, Efâl âlemine yansır, idrakı oluşturur. İlim, Sıfat mertebesindeki varoluştur.
Öyleyse sen bunların hangi düzeyinden bakarsan bak, neticede Allâh isminin mânâsını senin görebilmen muhaldir!.. Ama şu da bir gerçek ki; “Allâh’tan başka bir varlığı görüyorum” dersen, o da yalandır, iftiradır!..