Rabbini Fark Edip, Allâh’ı Bilemezse...
Bilgi yoluyla Rabbini bilir. Bilgi yoluyla Rabbini bilmesi sebebiyle de tasavvuftaki, tarikattaki “küfür hâli” dediğimiz hâl meydana gelir!.. Fakat Rabbini bilmesine rağmen, Rabbinin hükmüyle hareket etmesi, onu cehennemden kurtarmaz ve bu küfür hâliyle giderse cehennemi kalkmaz!..
Çünkü Rabbini bilir ama ilâhî hükümleri kabullenmez! İlâhî hükümleri yerine getirmediği için de, kendi geleceğini elleriyle hazırlar ve bu hâlden dolayı da neticede cehennemde duraklar!..
Ama o, Rabbini bilmenin ötesinde Allâh’ı da kabul ederse; Allâh’ı tasdik etmenin neticesi olarak da kendindeki hükümlere rağmen, ilâhî hükümlerle hareket ederse; ki o ilâhî hükümlerle hareket etmek suretiyle, kendini ancak Rabbanî kayıtlardan kurtacaktır. İşte ancak bu takdirde, neticede cennete gidebilir!.. Aksi takdirde, mutlaka ve mutlaka cehenneme uğrayacaktır!.. Başka türlü meselenin çözülmesine imkân yoktur.
Bize zaruri ve elzem olan iki önemli husus var. Bu mevzuları düşünürken, her an bu iki hususu kesinlikle nazarımızdan uzak etmeyeceğiz. Bir an için dahi bu şuuru kaybetmeyeceğiz...
Birincisi; bu varlık bir bütündür, bir tümdür, bir mekanizma gibi işlemektedir. Her mahalde kendi konumuna göre hükmünü icra etmektedir.
Dışardan buraya müdahele eden bir ikinci varlık söz konusu değildir.
İkinci ana husus; bu âlemde, kâinatta hangi isimle isimlenirse isimlensin, isimlerin müsemması olan varlık, ilâhî isimlerin mânâlarının yoğunlaşmasından, mânâların kuvveden fiile çıkmasından başka bir şey değildir. Bu kuvveden fiile çıkış dolayısıyla da hangi nesneye bakarsak bakalım, biz o baktığımız nesnede, ilâhî isimler ve bu ilâhî isimlerin mânâları olması sebebiyle de Allâh’ın “VECH”ini görmek durumundayız!..
“Vechullâh” demek, yani “Allâh’ın vechi” demek, Allâh’ın isimlerinin mânâları demektir. “Yüz”den murat, ilâhî isimlerin mânâlarıdır. Yani, Allâh’ta mevcut bulunan mânâları müşahede etmek demektir; “Vechullâhı görmek” demek!..
Esmâ ül Hüsnâ’da bildirilen isimler veya bunun dışında, ismi o sıralamada sayılmamış olan isimler kuvveden fiile çıktığı anda, “Vechullâh” adıyla anılır.
Yani, Allâh’ın yüzü!.. “Allâh’ın yüzü”, isim mertebesidir. İlâhî mânâlar, Esmâ mertebesidir, ki şuur gözüyle görülür.
İdrak; fiil değil, bir mânâdır!.. İdrak denen şeyi, ne elle tutabilirsin ne gözle görebilirsin. Kısacası, idrakın beş duyu ile tespiti mümkün değildir. İdrak bir mânâdır. Mânâdır, ki mânâyı görür! Mânâ olan idrakın gördüğü de mânâdır!.. Yani, ilâhî isimlerin mânâsı!..
Dolayısıyla senin her idrak ettiğin şey, eğer ona sonradan konmuş olan ismi kaldırırsan, ilâhî isimlerin mânâlarından oluşan bir terkibî mânâ olup, onun ötesinde bir varlığı yoktur.
Şimdi bu durumdan ortaya ne çıkar?.. Şu çıkar... Allâh’ı görmek veya Hakk’ı görmek denen şey, bir idraktan, bir ilimden başka bir şey değildir!..
İdrak dediğin şeyin aslı, ilimdir!.. Yani, mânâların ne olduğunu bilme, yaşama, hissetme, kendinde bulma ilmi! Yoksa bir nesne, bir cisim değildir ki, bu mânâlar, gözle görülsün!..
Senin, gözle görüyorum dediğin şey bir hayalden başka bir şey değildir!..
Şimdi buradan ince bir noktaya daha kayıyoruz...
Evet...Gözle görüyorum dediğin şey, bir hayalden başka bir şey değildir!..
Hakiki görme; idraktır, ilimdir!..
Bunun basit bir misalini verelim. Televizyona bakıyoruz, ekranda çeşitli insanlar veya çeşitli nesneler görüyuruz. Ekranda gördüğümüz şeyler gerçek midir, değil midir?.. Ekranda gördüğümüz şeyler görünüşü itibarıyla gerçektir, aslında öyle bir şey o anda ekranın üstünde var mı, yok!.. Görüntü var... Görüntü, bir başka görüntünün buraya ulaşmasıdır! Yerinde mevcut!.. İşin o tarafını bırakalım. Gördüğümüz üzerine gidelim...
Şimdi bizim “görüyorum” hükmünü verdiğimiz, “görüyoruz” dediğimiz şey, gözün aldığı ışıkları, göz sinirleri dediğimiz sinirler vasıtasıyla beyne ulaştırmasıdır. Beyne görüntü ulaşmaz! Beyne bir elektrik mesajı, bir biyoelektrik impuls ulaşır. Beynin bu mesajı çözüp, mânâsını, gördüğünü anlayabilmesi için daha evvel kendisinde o konuda bir bilgi olması gerekir. Aksi takdirde mânâsını anlayamaz. Bir görüntü var der, fakat görüntünün mânâsını anlayamaz.
İşte beyinde oluşan ve neticede ruha da yansıyan, mânâdır. Bilfiil görüntü değildir!.. Dolayısıyla, bir “şey” değildir!..
Temelde, beş duyuya göre madde var kabul edilir ise de, aslında madde, beş duyuya yani kesitsel algılama araçlarının kapasitesine göre vardır. Yani dar bir değerlendirme skalasına göre, madde vardır!
Eğer geniş açıdan bakarsak, geniş bir skala ile bakarsak, geniş bir değerlendirme mekanizmasıyla bakarsak, “madde” diye bir şey yoktur!
Sen, bugün, gözünün kesitsel kapasitesi dolayısıyla evleri, binaları, dağları vs. görüyorsun. Eğer bundan çok daha hassas bir göze sahip olsaydın, o zaman uzaydaki yıldızları seyrettiğin, aralarındaki boşlukları gördüğün gibi; bu defa atomları görecektin, içindeki boşlukları görecektin; ve senin hissiyatını da o gördüklerin etkileyecekti!.. O gördüklerine göre hüküm verip, değerlendirme yapmak durumuna gidecektin!..
Öyleyse, âlemlerde mevcut olan şeyler, hakikati ve aslı itibarıyla sadece ve sadece mânâlardır!.. Çeşitli ilâhî isimlerin mânâlarıdır!..
Bu mânâların değişik terkipler almasının sonucunda oluşmuş olan dar skalalar, yani maddesel görüntüyü meydana getiren görüntü araçları, ancak ve ancak “İnsan” adıyla anılan varlığın, kendi aslını ve hakikatini anlamasına ve hakiki varlığın özelliklerini seyretmesine vesile olması amacıyla yaratılmış, örnekleme nesnelerdir.
Yani, gördüğünü değerlendir ve gördüğüne nispetle daha neler olabileceğini düşün, tefekkür et ve buradan da kendini tanıma yoluna git, denmektedir!..
Kendini derken, hakiki mânâda kendini demek istiyoruz!.. Evvela Rabbini tanı; kendin kabul ettiğin varlığının mahiyetini anla; ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini, aslının ve hakikatinin ne olduğunu idrak et! Buradan da küllî mânâda kendini bulma ve tanıma yoluna git!..
Ama mesele bu söylendiği kadar basit değil!.. Bunun için gerçekten kişinin kendini vermesi lazım!.. Gerçekten kendisi için en değerli şeyin, bu konu olması lazım!.. Sırf bunun için var olması lazım!.. Niye?.. Çünkü bu varlık, tek bir mekanizma ve her dişli, kendi kanununa tâbi!..
Zanna ve hayale yer yok bu mekanizmada!..
Mekanizma dişlilerden, dişlilerden, dişlilerden oluşuyor!.. Arada bir tek hayalî dişli yok!.. Hepsi birbirine bağlı, birbirinin başını ve sonunu meydana getiriyor!..
Mutlak olarak senden ne çıkarsa, o çıkanın bir sonraki neticesi gene dönüp sana gelecek!..