Varlığın Hakikati
Şimdi yukarıda anlattığımız hususu bir başka yönüyle yeniden ele alalım önemine binâen...
Beyin, yapısı ve terkibi itibarıyla zerrelerden oluşmuştur. Yani hücrelerden, hücrelerin özüne inersek moleküllerden, atomlardan... Buna işaret bâbında da “zerre” tâbiri kullanılıyor, en küçük nesne mânâsına... Düşünülebilen en küçük nesne mânâsına...
Her zerrenin, Zâtıyla, Sıfatıyla, Esmâsıyla ve Efâliyle Hakk’tan gayrı bir şey olmaması hasebiyle, “beyin” ismi altında da, Zâtıyla, Sıfatıyla, Esmâsı ve Efâliyle Hakk’tan gayrı bir şey mevcut değildir. Çeşitli ilâhî isimlerin mânâlarına karşılık olan beyin devrelerinin açılışı ve faaliyete geçirilişi, ancak beynin ilk oluşum devresi için söz konusu... Az önce dedik ki, taş, yıldız, hayvan gibi isimlerin ardında, Hakk’ın varlığından başka bir şey mevcut değildir!.. Bir yıldız ya da takımyıldız, burç dediğimiz sistemler dahi belirli mânâları ihtiva eden yoğunlaşmış kitleler...
Böyle olunca, belirli bir mânâyı hâvî olan kitlelerin yaydığı radyasyon, oluşması devresinde beyinde, kendi yapısına uygun mânâların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu radyasyonlar beyne ulaştığı zaman, kendi anlamı türünden bir çalışma tarzını beyinde meydana getirir. Ve beyinde oluşturduğu mânânın neticesini de biz fiil ya da düşünce şeklinde o birimde müşahede ederiz!..
Hangi türden mânâlar, o beynin oluşumunda ağır basmış ise, daha sonraki yaşamında, artık o beyinden, oluşumuna uygun davranışlar çokça meydana gelir; ki bunun anlamı da “o kişiye o tür işlerin kolaylaştırılması” olur!..
Doğum tarihine kadar olan süre ve doğum saati itibarıyla, beyin bu tesirleri aldı va almasıyla birlikte de bu tesirlerin mânâlarını ortaya çıkarabilecek kabiliyeti elde etti.
Esas itibarıyla, bütün insanlardaki beyinler, ana yapı olarak birbirine benzer! Ancak, aldıkları tesirler ve bu tesirlerin beyinlerde çalıştırdıkları bölümlerin farklı oluşu, genelde, insan kelimesiyle tanımlanan bu birimlerdeki farklı davranış ve düşünüş şekillerini meydana getirir...
“ALIN YAZISI” denilen şey, bu tesirlerden başka bir şey değildir!.. Keza, kişinin kendisinde mevcut olan “LEVHİ MAHFUZ”u dahi, onun istidat ve kabiliyeti böylece tespit edilmiş olan, beyinden başka bir şey değildir!..
Evrende oluşan her şey, tamamıyla “Fizik-Şimik-Kozmik” diye tanımlamaya çalıştığım sebepler-sonuçlar dizisinden başka bir şey değildir! Ki bu da:
“...SÜNNETULLÂH’TA BİR DEĞİŞME ASLA BULAMAZSIN!” (35.Fâtır: 43) hükmüyle açıklığa kavuşturulmuştur.
Mucize denilen, olağandışı kabul edilen olaylar dahi, Allâh’ın sistem ve düzeni içinde gelişir. Kısacası, kâinatta sihirbaz değneğine yer yoktur!.. Bizim, o olayı oluşturan sebeplerden habersiz olmamız, o olayın bir sihirbazlık ya da hokkabazlıkla oluştuğuna delalet etmez!..
Evet, beyin temel yapısı itibarıyla, aslının yani varlığının “Hak” oluşu itibarıyla, kendisindeki 99 ismin mânâsını ortaya çıkarmaya istidatlıdır. Bu 99 ismin mânâlarının değişik şiddetlerde ve değişik tertipler hâlinde ortaya çıkışı, birimler arası farkları doğurmaktadır. Bu arada kişiden beş-on, ya da kırk beş ismin ortaya çıkışı gibi anlatımlar, izah sadedinde ve teşbih yolludur.
Esas mânâda her beyinde bu 99 ismin mânâsı ortaya çıkmaktadır. Ancak bu ortaya çıkış değişik kuvvetlerde ve belirli bir terkip hâlinde oluştuğu için, sayısız farklılıkta insan meydana gelir.
Bütün bunlar da, bahsettiğimiz radyasyonların beyinde meydana getirdiği tesirler ile, ve o kişide soyu yolundan oluşan genler vasıtasıyla meydana gelmekte...
Biraz genler hususuna işaret edelim... Ana-babadan intikâl eden genler, ana-baba ve daha önceki cedlerden alınan tüm kayıtları beyne ulaştırırken; bu kayıtlar, ancak kendi özelliklerini ortaya çıkarabilecek kabiliyette bir devrenin açılması hâlinde o beyinden dışa yansır!..
Bir misalle açmaya çalışalım bu konuyu...
Anne Koç burcundan bir kafaya, baba Kova burcundan bir kafa yapısına sahip ise, çocuk kafa olarak Kova ise baba özelliklerini, Koç ise anne özelliklerini düşünce planında ortaya koyar. Ya da çocuk diyelim ki bir Oğlak ise, bu defa dede veya ninenin Oğlak özelliklerinin görülmesine vesile olur ki, bu yüzden nineye çekmiş denilir. Ya da halaya çekmiş denilir...
İşte bu durum, genlerle intikâl eden bilgilerden, çocuğun ancak kendi açılışı istikametinde yararlanabileceğini göstermektedir. Esasen bu konu çok geniş olmasına rağmen, bu kitapta daha fazla bu hususa yer veremiyoruz.
Evet, terkipten gelen mânâların kişide hissedilir hâle gelmesi, belirli ana duyguları meydana getirir. Mesela hoşlanma, kızma, üzülme, sahip çıkma ve bunun gibi... Duygular ise, şartlanmaları istikametinde ortaya çıkar, o anda aldığı tesirlerin, kozmik tesirlerin gücü oranında...
“Allâh, kazasını yerine getirmek istediği zaman kişinin aklını başından alır ve o kişi bu hâlde iken, o işi işler. Sonra Allâh aklını iade eder ve bu defa kişi yaptığına pişman olur ve “Niye ben bunu yaptım” der. Böylece Allâh’ın kazası yerine gelmiş olur.” (Deylemî)
Bu açıklamadaki “akıl alınma” olayı, o anda, o kişinin gelen astrolojik tesirler altında, aklî fonksiyonlarını yeterince kullanamaması ve bunun neticesinde duyguları veya içgüdüleri doğrultusunda o fiili ortaya koyması ve daha sonra, o tesirin hükmü geçince de aklının normal çalışmasıyla, yaptığından pişman olmasıdır!..
Bu gibi durumlar genellikle, yükselen burcuna sert gelen Mars radyasyonu ve onu aniden birkaç katı şiddetlendiren Ay transiti anında olur. Genellikle 24 saat içinde her şey gelişir, oluşur, biter!..
Beyinde, belirli tesirlerin gelişiyle birlikte, belirli bir çalışma başlar. Bunun sonunda da mânâ, fiil şeklinde ortaya çıkmış olur!.. Yani gelen ışınım beyinde meydana getirdiği kendi mânâsına uyan çalışmayla, kendi anlamında olan bir fiilin ortaya çıkmasına sebep olur. Hangi tür mânâ, oluş sırasında beyne gelmişse, beyin daha sonraki yaşamında, faaliyetinde ona uygun mânâları ortaya çıkarır.
Doğum tarihi ve saati itibarıyla beyin ilk tesirleri aldı... Böylece bu tesirlerin mânâları istikametinde beyinde aşikâre çıkacak kabiliyet oluştu. Bu kabiliyet ile o beyin de Hakk’ın isimlerinin anlamlarını andıran mânâları, fiile dönüştürmeye başlar. Yani, o beyinden sâdır olan fiiller, o isimlerin mânâlarının, geliş kuvvetine göre o mahalden çıkışından başka bir şey değildir!
Böylece falanca kişinin “kişiliği” dediğimiz şey meydana gelir.
Beyin, temel kabiliyeti itibarıyla aslının, zâtının yani kendinin Hakk’tan olması dolayısıyla 99 ismin mânâsına sahip... Bu 99 ismin mânâlarının ise değişik kuvvetlerde ortaya çıkışı söz konusu... Esas mânâda, her beyinde genellikle bu 99 isim ortaya çıkar. Fakat değişik kuvvetlerle ve belli bir terkip hâlinde. Bu terkibi de, bahsettiğimiz doğum sırasındaki oluşum meydana getirir!
Bu terkibin hissedilişi, “duygu” adını alır...
Bedende belli fiilleri oluşturması, huylar dediğimiz, karakter dediğimiz yapıyı meydana getirir.
Bu isimlerin terkibinin bedene yansıması, bedenin tabiatı dediğimiz şeyi meydana getirir.
Yani, “tabiat”, “huy”, “duygu” dediğimiz şeyler bedene nispetle, karaktere nispetle, duygulara nispetle terkibin mânâlarıdır. Bu terkip, kişiliğe nispetle anlatıldığı zaman huy, karakter, tabiat adlarını alır.
Bu terkip, senin Rabbin olur. Yani bedende hükmeden, bedeni yürüten, bedeni götüren Rab, bu ilâhî isim terkibidir.
Her birim için Rabbine tâbi olmak, mutlaktır!.. Rabbine tâbi olmayan, hiçbir zerre yoktur!.. Her zerre Rabbinin hükmünü yerine getirir.
Hûd Sûresi’nin 56. âyetinde de Hud (aleyhisselâm)’ın ağzından bu mânâ şöyle ifade edilir!..
“...HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ ONUN ‘Bİ’NASİYESİNDE (alnında-beyninde var olarak/beyninden) TUTMUŞ OLMASIN (Fâtır’ın beyni programlaması)...” (11.Hûd: 56)
Yani, Rubûbiyet mertebesinde, bu ilâhî isimlerin mânâlarının ortaya çıkması, o mahalde Rabbin hükmünün yerine gelmesidir.
Bütün isimlerin mânâları, kuvvede, sende mevcut!.. Ama senin terkibin bu isimlerin değişik kuvvetlerde, fiil mertebesinde, fiiller olarak ortaya çıkışına yol açıyor.
Hadis olduğu rivayet edilen, bazılarınca da Hz. Âli’ye aittir denilen; “Men arefe nefsehu fakad arefe Rabbehu” şeklinde arapçası ifade edilen sözün, kısacası “men arefe” lafzının sırrı nedir?..
İşte “men arefe” sırrı, bu anlattığımız sırdır! “Men”; kim ki veya kişi, “arefe nefsehu”; nefsine ârif olursa, yani “nefsinin ne olduğuna” irfanı olursa; ancak dikkat edin, başında kişi var, kim ki var! Kişi veya kim ki denmesinin sebebi şu; henüz burada kişilik kalkmış değil!..
Belli bir terkip var, bu terkiple, terkibinin ne olduğuna vukufu söz konusu... Kendi mevcut terkibi ile, kişiliğiyle, kişiliğinin ne olduğuna, “nefis” adıyla kastedilen benliğinin ne olduğuna irfan sahibi oluyor...
“Nefsi” dediği şey, ilâhî isimlerden başka bir şey değil; ilâhî isimlerin terkibi!.. İşte, “nefis” dediği bu benliğine ârif olduğu zaman, Rabbine ârif olmuş oluyor! Ki Rabbi de kendisinin kişiliği diye isimlendirilen, varlığını oluşturan ilâhî isimlerdir! Bu Esmâ terkibidir ve bu da “Hakk”tan başka bir şey değildir!..