Algılanan ve algılanamayan, bilinen ve bilinmeyen her şey, bu şuurlu ve bilinçli “NOKTA”nın varlığındaki isimlerin işaret ettiği özellikler ile gene ilimde var olmuş “ilmî sûret”lerdir.
Bu “nokta”nın ilim mertebesinde ilmî açılımı ile “Melekût âlemi” meydana gelmiştir ki bu mertebe, evren içre evrenlerin meydana geldiği “salt enerji okyanusu”dur. Burada çokluktan, çokluğa ait sayısallıktan ve birimsellikten söz edilemez!
Buraya kadar açıklanan durum, Hazreti ÂLİ’nin “Bu AN o AN’dır” işaretinin ihtiva ettiği “nokta”dır; ki bu, ezelden ebede böyledir ve hiç değişmez!
İşte bu “nokta” içinde, “nokta”nın varlığındaki Allâh isimlerinin, değişik bileşimler hâlindeki açığa çıkışları ve bunların yapıları gereği algılamaları, “GÖRESELLİĞİ” ve çokluk (kesret) kavramlarını oluşturmuştur (Nâsut âlemi).
Burada konunun iyi anlaşılabilmesi için, çok önemle dikkat edilmesi zorunlu olan husus şudur:
Olay, yukarıdan aşağı, gökten yere değil; bir tekillikten açılan, gelişen, oluşan, meydana gelen algılamalara dayalı “çokluk” tarzında düşünülmelidir.
Her birim, aynı TEK’ten (Melekût) meydana gelmiştir! Melekût, birimin dışından gelen değil; birimin derûnundan zâhirine (bilincine) açığa çıkan, birimin varlığını meydana getiren mertebe anlamındadır! Kur’ân-ı Kerîm’deki “B” sırrı, kişinin hakikatindeki bu mertebeye işaret eder!
“Melekût”, evren içre evrenlerin varlığını meydana getiren şuurlu enerji, kudret sıfatının açığa çıkışıdır!
Evren içre evrenlerde meydana gelen her yapı ve birim, evrensel enerji ve şuurla meydana geldiği için de, aslında cansız ve şuursuz hiçbir şey yoktur evrende! Belki algılama sınırları ötesini inkâr edenler tarafından cansız ve şuursuz yakıştırması yapılır bir kısım yapılara.
Tümüyle canlı ve şuurlu olan evren ve içindeki tüm yapılar “SÜNNETULLÂH” diye isimlendirilmiş olan “Evrensel Sistem ve Düzen” içinde oluşmuştur ve gene sonsuza dek o sistem içinde Yaratan’ın muradına göre her an yeni bir şan alarak yaşamlarını sürdüreceklerdir.
İnsanlık içinde açığa çıkan Rasûl ve Nebilere gelince...
Bu zevât, yukarıda denilen gökteki ve “ALLÂH” ismiyle etiketlenen “tanrı” tasavvurunun seçtiği aracılık işiyle görevli postacılar veya elçiler olmayıp, hakikatlerinden bilinçlerine “nâzil” olmuş, kendi derûnlarındaki isimlerin özelliklerinden kaynaklanan ilmin, şuurlarında açığa çıkmasıyla, “Hakikat”e tercüman olan ve o Evrensel “Hakikat”i dillendiren zevâttır! “İrsâl”, “açığa çıkarma” anlamındadır... “Rasûl” ise, Türkçe karşılığı itibarıyla “açığa çıkarılmış yakînî bilgi kaynağı” anlamına gelir. “Semâ” yalnızca gök katları anlamına gelmez; bilinç (nefs) mertebeleri anlamını da ihtiva eder! “Nüzûl”ün anlamı mekânsallık ifade eden “inme”-“indirilme” değildir. “Gök”ten “kitap” inmemiştir! Kurân’da geçen “kitap” kelimesinin Türkçe’deki anlam karşılığı “bilgi”dir!
Bunlar gibi pek çok kelime, dilimize veya yabancı dillere yanlış anlamlarla çevrildiği için, eciş bücüş bir “din” anlayışı ortaya çıkmakta; o yüzden de pek çok aklı başında insan bu anlatımlardan yüz çevirmektedir.
Artık bu yanlış anlatımları yeniden sorgulama zamanı gelmiştir!
Vahiy meleği, gökteki bir mekânda yerleşik tanrının katından; Rasûl veya Nebi’nin yanına gelmemiştir! Varlıklarında bilkuvve (potansiyel) olarak bulunan melekî özelliğin (ilmin), bilfiil (aktive) oluşudur. Beynin algılama mekanizması bu “bilkuvve” olanın “bilfiile” dönüşmesini sanki dışarıda (âfakta) meydana gelen bir olay gibi değerlendirmektedir!