Hak, İbadet Eder mi?
Sen varlığının, Hakk’ın varlığı olduğunu, bilsen de bilmesen de, varlığın, O’nun varlığı!..
Bu bilişle, fark edişle, yapında bir değişiklik olmuyor ki!..
Sadece, varlığının hakikatini kavrayıp idrak etmiş oluyorsun!.. Atomüstü boyuttaki yapında, bileşiminde bir değişiklik oluşmuyor ki!..
Yaşamın, bu bilgiye rağmen, varoluş gayene uygun bir biçimde, içinde bulunduğun boyutun şartlarına göre devam ediyor...
Nasıl ki, madde bedeninin varlığı dahi, Hakk’ın varlığı ile meydana gelmişse; buna rağmen, yeme-içme-uyuma gibi şeylere muhtaçsa; bu ihtiyaç duyma onun Hakk’ın varlığından meydana gelmiş olmasına engel değilse; ve hatta, bu oluş biçiminin dilenilmesinin bir neticesi ise...
Aynı biçimde, ibadet adı verilen, namaz, oruç, zikir gibi birtakım çalışmaların da, senin Hakk’ın varlığı ile meydana gelen oluşumuna ters düşmez!..
Zira bu çalışmalar, ruh dediğimiz mikrodalga-holografik ışınsal beden ve beyninin, ölüm ötesi yaşamda, içinde bulunacağı ortam şartları dolayısıyla, ihtiyaç duyacağı nûra veya enerjiye gerekli olduğu için konmuştur!..
Nasıl ki beden, burada varlığını Hakk’tan almasına rağmen, yemeye içmeye gerek duyuyorsa; ve bu durumu da orijininin HAK oluşuna ters değilse; ruh bedenin yani holografik bedenin de, yarınki ölüm ötesi yaşamda namazın, orucun, zikrin meydana getireceği enerjiye ihtiyacı vardır!..
İşte ibadet adı verilen çalışmalar bu zorunluluk sebebiyle konulmuştur!..
Sen diyelim ki, şu anda varlığının Hakk’ın varlığı olduğunu biliyorsun; ama buna rağmen de bedensel ihtiyaçların ortadan kalkmıyor!..
Bunun gibi, ruh yani holografik bedenin ve beynin de, yarın içinde bulunacağı ortam ve şartlar itibarıyla belli bir enerjiye ihtiyaç duyacaktır!..
O enerji ise ancak bu Dünya’da, bedenli yaşam içinde iken, beynin üretmesi ile elde edilir.
Dünya’da iken gelecekte gerekli olan enerji elde edilmemiş ise, ölüm ötesi yaşam içinde bunun elde edilmesine imkân yoktur. Çünkü, oradaki holografik ışınsal yapılı beyin, holografik bedendir. Holografik bedendeki beyin böyle bir şey üretemez!..
Üretemeyeceği için de, oradakilerin hepsi:
“Keşke Dünya’ya geri gitsek de yapmadığımız amelleri yapsak!” diyeceklerdir.
Dünya’ya gelmekten gaye; Dünya şartlarına ulaşmak, yani Dünya’da yaşarken sahip olduğu ışınsal dalga yapı üreten biyolojik beyine geri dönmek, onu elde etmektir!.. Ki bu asla mümkün değildir!..
O yüzden, işin hakikat bilgisine vâkıf olabilmiş, fakat şakî olması hasebiyle gerekli çalışmaları yapmamış olan birçok zevât cehennemdedir.
İşte bu yüzden, Abdülkerîm el Ciylî Hazretleri, İnsan-ı Kâmil kitabında; Eflatun’u, varlığın birçok hakikat sırlarına vâkıf olmasına rağmen, cehennemde gördüğünü yazar.
Birçok hakikat sırlarına vâkıf olmuş kişi dahi cehennemdedir!.. Bunlar, işin “SIR” noktalarıdır.
Buna karşılık;
“Cennet ehlinin birçoğunu, bühl kişiler teşkil eder.”
Buyurur Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm).
Zira, cennete gidiş olayı, kişinin ameline bağlı değildir.
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’dan dinlerler ki:
− Hiçbiriniz, kendi amelinizle cennete giremezsiniz!..
− Sen de mi yâ Rasûlullâh?..
− Evet, ben de!.. Ne var ki, Allâh’ın rahmeti beni kuşatmıştır.
Yani, “varoluşumda beni cennetlik olarak takdir etmiş. Beni, saîd olarak dünyaya getirmiş. Bu yüzden ben cennete gideceğim...” demek istemektedir.
Kişi eğer, cennete gidecekse saadet ehlinin amelleri kendisine kolaylaştırılır.
Saadet ehli; namaz, oruç, zikir gibi birtakım çalışmaları yapmak, başkaları için yaşamak; birimsel varlığının menfaatlerinden başkaları uğruna vazgeçmek; “nefs”ini başkalarına tercih edip kendini öne geçirmek değil, başkaları uğruna “nefs”ini kurban edip onların menfaatinin gerektirdiği, onlara yardımcı olabilecek bir biçimde yaşamak gibi cennet denilen ortama uygun, nûrunu, enerjisini artırıcı çalışmalar içinde olur.
İşte bu sebepten dolayı, sadece hakikat bilgisini elde etmek değil; hakikat bilgisini elde ettikten sonra da, varlığın oluş sisteminin gereği olarak, hakikatten sonraki marifet ilminin gerektirdiği bir biçimde, belli çalışmalar yaparak, holografik beyin ve bedenine o enerjiyi yüklemek zorundadır kişi... Elbette bu ona kolaylaştırılmış ise bunu yapabilir. Yapmayanı suçlamıyorum!.. Oluş sistemini anlatmaya çalışıyorum.
Şayet kişi, cennet yaşantısı dediğimiz, kendindeki ilâhî vasıflarla tahakkuk edebilme ortamında kendi hakikatini yaşamak için var edilmişse, ona hakikat ilmi ile birlikte, marifet ilmi de ihsan olunur.
Bu marifet ilminin sonucu olarak, yaşamdaki sistemin nasıl var olduğu, nasıl işlediği, bu işleyişin gereği, neler yapması gerektiği fark ettirilir.
Artık o kişi, hakikatin ilmine vâkıf olmasıyla birlikte, zâhirde de yapılması gereken fiilleri hakkı ile yerine getirir.
“Liyağfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yütimme nı’meteHÛ ‘aleyke ve yehdiyeke sıraten müstekıyma”
“Bu yüzden Allâh, senin geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!” (48.Feth: 2)
Allâh, gelmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın...
Buna rağmen gene de Rasûlullâh (aleyhisselâm)’a şöyle buyurulmuştur Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Ayrıca gecenin bir kısmında, yararını göreceğin, Kurân’la teheccüde kalk (uyanarak salâtı yaşa)! Umulur ki Rabbin sende Mâkam-ı Mahmud’u bâ’seder (sende o mâkamın özelliklerini açığa çıkartır... {Ve çıkartmıştır da “İnna fetahnaleke” âyetinde bildirilen husus ile.})!” (17.İsra’: 79)
Âyeti gelmiştir.
“Sana yararlı olmak üzere geceleri kalk, namaz kıl”!..
Çünkü; “Velen tecide li sünnetallâhi tebdiylâ”, “Allâh’ın varediş sisteminde asla değişiklik olmaz!” ...