Görülen, “Vechi”dir!
Buna mukabil, Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen:
“...feeynemâ tüvellû fesemme VECHULLÂH”
“Ne yana dönersen Vechullâh karşındadır (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)!..” (2.Bakara: 115)
Âyeti gereği, Rabbinin vechini görmesi hiç de imkânsız değildir!..
Allâh’ın, Zâtı itibarıyla görülmesi imkânsızdır!..
Ancak, İlâhî Zât’ın çeşitli vasıflarının ve özelliklerinin aşikâr olduğu mahaller söz konusudur!..
Esasen “Rab” ismi ile işaret ettiğimiz “Rubûbiyet” mertebesi, çeşitli mânâların belli sûretler şeklinde görülmesi hâlidir.
Nitekim, rüyasında Cenâb-ı Hakk’ı görenler de vardır, belli bir sûretle!..
Nitekim, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) da bir gün, bir rüyasında:
“Ben Rabbimi genç bir delikanlı sûretinde gördüm” diyor...
Yani, Rabbanî mânâların, Cenâb-ı Hakk’ın, o kişiye açmak istediği mânâlara uygun bir sûretle görünmesi mümkündür!..
Burada, Hz. Rasûlullâh’ın Rabbini görmesinden murat, görmek istediği mânâlara uygun bir sûret ile Rabbinin Hz. Rasûlullâh’ın karşısında olması demektir.
Yoksa, Allâh’ın belli bir sûretle ortaya çıkan bir tanrı olması değil!.. Burayı yanlış anlamayalım!.. Burası çok, çok önemli bir nokta!..
Cenâb-ı Hak, ortaya koymak istediği, aşikâr etmek istediği mânâlara uygun bir sûretle Hz. Rasûlullâh’a görünmüştür. Ve buradaki görüş, zâhir göz bebeği ile değil, beynin üst alıcı devrelerinin oluşturduğu özel bir algılama sistemiyledir... Ve görmüştür de!..
Ve hatta bu görmenin ötesinde, öyle bir görüş hâsıl olmuştur ki, âfakta ve enfüste, yani karşısında ve özünde, karşılıklı olarak görülen bir müşahededir.
Mi’râcta, Hz. Rasûlullâh, Rabbi ile karşı karşıya geldiği zaman Hz. Rasûlullâh’a:
“Et tahiyyatu el mubareketu ves selâvatu vet tayyibat” demiştir.
Buna karşın, Rabbinden kendisine gelen cevap:
“Es Selâmu aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtuh” olmuştur.
Bunun üzerine âlemlere rahmet olarak var kılınmış Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm);
“Es Selâmü aleyna ve âlâ ibâdillâhis sâlihin”...
“Selâm”, Allâh’ın bütün ibâdına, Allâh’a kulluk eden bütün varlıklara da yaygındır... Anlamında cevap vermiştir.
Ki, namazlarda son oturuşta ve orta oturuşlarda, okuduğumuz, “Et tahiyyat” diye bildiğimiz duadır bu... Esası bu, “Mi’râc”ta meydana gelmiştir. Cenâb-ı Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın Rabbi ile konuşması neticesinde...
Ondan sonra bize de şehâdet gereklidir elbet;
“Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhameden abduhû ve Rasûluhû”...
Burada bir nükteyi işaret ederek geçeceğim, derinine girmeyeceğim...
İstidadı olan, istidadı ölçüsünde bunu değerlendirebilir.
Bütün müminlere namazda, “Et tahiyyatu”yu okumak şarttır. “Et tahiyyatu”da siz;
“Et tahiyyatu lillâh, ves salâvatü vet tayyibât”
Dersiniz ve Rabbinizden karşı cevap gelir;
“Es Selâmü aleyke eyyühen nebiyy!..”
Burada bir açıklamaya dikkatinizi çekeyim... Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) buyurur ki :
“Cenâb-ı Allâh, benim nûrumu yarattı ve bütün mahlûkatın nûrunu da benim nûrumdan halketti...”
O’nun Nûr’undan halkolan bütün mahlûkatta, O’nun Nûr’u mevcuttur!..
Dolayısıyla, Cenâb-ı Hakk’tan; “Es Selâmü aleyke eyyühen nebiyy” hitabı gelen mahal, sizdeki Hz. Nebiyullâh’ın mâkamıdır!..
Ama, bu mâkam size örtülü kalırsa, siz cennetteki basîret ehlinden olmazsınız. Eğer bu mâkam açılırsa size, o zaman cennetin kemâl ehlinden olursunuz.
Öyleyse, ilâhî hitabın niçin bizler tarafından da okunduğu ve tekrar edildiğini çok çok iyi düşünmek lazım!..
Niye lazım?.. Çünkü:
“Namaz müminin mi’râcıdır” buyuruluyor...
“Mi’râcı olmayanın namazı olmaz!..” diyor, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, “Risâle-i Gavsiye” isimli eserinde...
“Mi’râc” namazdır!.. Namaz ise “Mi’râc”!.. Öyle ise namazın amacı “Mi’râc”!..
“Mi’râc”ı yaşayan ise, “devamlı namaz” hâlindedir!..