“Nefs” Mertebeleri (Klasik Anlatımla)
Kişinin kendinden arınması çalışmalarında belli mertebeler tespit edilmiş. Yani, kişinin idrak, kendini hissediş seviyesi, belli “nefs” mertebeleri şeklinde adlandırılmış...
Bunlar; “Levvâme nefs”, “Mülhime nefs”, “Mutmainne nefs”, “Radiye nefs”, “Mardiye nefs”, “Sâfiye nefs” diye tarif olunmuş...
Baştaki “Emmâre nefs”i hiç söylemiyorum; ki o tamamıyla hayvansal bir yaşamdır... Bedenin istek ve arzularına dönük bir yaşamdır.
“Levvâme nefs” denen hâl ise şudur...
Kişi, kendisinin ulaşması gerektiği noktaya dair birtakım bilgiler edinmiştir. Kendisinde birtakım idrakler oluşmuştur.
Ne var ki, dönüp kendine baktığı zaman, ulaşmak istediği hedefin gerektirdiği çalışmaları zaman zaman yapamadığını; kendisini bu noktaya ulaşmaktan alıkoyan davranışlar içinde bulunduğunu fark eder.
Bundan dolayı, bu çalışmaları yapabildiği zaman sevinir, yapamadığı zamanlarda ise üzüntüye, ümitsizliğe kapılır. Kendi kendine kızar, “levm” eder. “Niye ben, bu gerçekleri bildiğim hâlde gereken çalışmaları yapamıyorum?..” gibi düşüncelere kapılarak üzülür!..
İşte bu, kendi kendine kızma, levm etme, yani “Levvâme nefs” durumudur.
Kişi bu hâl içindeyken...
Zaman zaman aldığı ilim ve ilhamlar sonucu, idrakı ağır basar; kendi aslının hakikatinin “O” yani “Allâh” olduğunu fark eder; devre devre kendini “O” gibi hissetme durumuna girer!..
İlham yolu ile oluşan bir ilimle kendi aslının ve hakikatinin “O” olduğunu hissedip, bunun yaşamı başlar.
İşte bu tür bir yaşam hâline girdiği anlarda, “Mülhime nefs” durumundadır. Mülhime; ilham alan demektir.
İlham aldığı anlarda, sanki bedeni yokmuş gibi, sanki dünya yokmuş gibi hisseder. Kendini, O olarak hissetmeye başlar. Kendisi vardır ama, kendisini O olarak hissetmeye başlar. İşte burada, “Mülhime nefs” durumundadır...
İşte burası ayakların kaydığı bir yerdir!..
Biraz evvel bahsettiğim, kendini “Hak olarak görmek” düşüncesi dolayısıyla; Hakk’ın birtakım şeylerle kayıt altına giremeyeceği, Hakk’ın namaza, oruca, ibadete ihtiyacı olmayacağı gibi düşünceler, hileler vs. hep bu “Mülhime nefs” durumundaki kişilerin içine düştüğü girdaplardır...
Bu girdap olan düşüncelere kapıldığı anda da kişi, güçlü olarak bağlandığı bir rehberi yoksa, otomatikman girdap onu dibe çeker!..
Dibe vurduğu zaman geldiği nokta, “Emmâre” noktasıdır.
Eğer nasibinde varsa, bir vesile ile buradan kendini kurtarma şansına erişirse -ki bu çok ender oluşur- o zaman yeniden “Levvâme” durumuna gelir...
Girdabın dibinden, “Levvâme” noktasından, tekrar denizin üstüne çıkar. Denizin üstüne çıkması, “Mülhime” noktasına tekrar gelmesi demektir...
Ancak, bu iniş çıkış, birkaç haftada değil, çok uzun süreler içinde olur...
Şayet tekrar yukarı çıkabilirse, bu defa girdaba kapılmadan, yüzerek hedefe ulaşmaya çalışır.
Fakat, heyhat!..
Yolda yine ne girdaplar vardır!...
Burada dikkat edilmesi zorunlu en mühim nokta; “hakikat” ilminin kendisinde oluşturacağı düşünce şeklinin, kendisini bedenselliğe kaydırıcı girdaplarına düşmemektir!..
Eğer o, hakikat ilmi ile birlikte, yoğun biçimde zikir, oruç, namaz, gece namazı gibi hususlara riayet eder; bunların arasında kalan süreç içinde de hakikat müşahedesini kendinde oturtursa; ki bu oturuş öyle bir noktaya gelir ki, artık hakikati hissedişinde, tatmin edici bir noktaya ulaşır.
Yani, artık kendisinin, O’nun varlığıyla var olduğu yolunda içinde herhangi bir şüphe kalmaz. Kendini beden kabul etme hâli ortadan kalkar!.. Dolayısıyla, bedene dönük menfaatler, istekler, hırslar kalmaz.
Artık bu düşünce düzeyinde, bedene dönük herhangi bir olay olsa da olmasa da onun için birdir!..
Olmazsa, niye olmadı diye üzülmez; olursa, nasıl oldu diye sevinmez. Şuur boyutunda O’nun varlığı olarak yaşama konusunda tatmin olmuştur.
İşte o zaman “Mutmainne nefs” yani “hakikati idrakte tatmine ulaşmış nefs” olarak tarif edilir. Bu ilm-el yakîn hâlidir!..
Bu tatmin oluşun neticesinde bakar ki; varlıktaki her birim, O’nun meydana getirmek istediği mânâlara uygun olarak, oluşturulmuş sûretler, birimlerdir!..
Bu müşahede, her bir birimden ayrı ayrı razı olma hâlini ona getirir!..
Yunus’un sözü olan, “Yaradılmışı hoş görürüm, Yaradan’dan ötürü”nün yaşam hâlidir bu...
İşte bu noktada o, her bir birimden meydana gelen fiile rıza gösterir.
Bu rıza gösteriş dolayısıyla şuurunun aldığı isim; “Nefs-i Raziye”, razı olmuş “nefs”tir. Burası, Tecelli-i Efâl mertebesidir. Ayn-el yakîn mertebesidir.
Bundan sonraki aşama çok önemlidir.
Eğer kişide, “Nefs-i Raziye”den sonraki aşama ortaya çıkarsa, bu çok önemlidir.
Mutmainne ve Radiye birbirine yakındır. Mülhime ve Mutmainne birbirine yakındır.
Mülhime - Mutmainne - Radiye, bir yönüyle tek bir kapsam içindedir. Diğer yandan, Mülhime ve Mutmainne kesin bir çizgiyle ayrılır.
Mülhime’de her an düşmek söz konusudur. Girdaba kapılıp Levvâme’ye dönebilir kişi... Ama, Mutmainne’ye geldikten sonra, artık bir daha Mülhime’ye geri dönme, girdaba kapılma, Levvâme’ye düşme söz konusu değildir.
“Velâyet” mertebesi, “Mutmainne nefs”te oluşur takdirinde olan için!..
Buna karşın, Mutmainne ve Radiye idrak ve yaşamları çok silik bir çizgi ile birbirinden ayırt edilir.
Netice olarak, ana tema ve düşüncede Mülhime, Mutmainne, Radiye bir bütündür.
“Mardiye” ise çok farklıdır!..
Altıncı basamak diye tarif edilen “Mardiye”, diğerlerinden çok büyük fark ihtiva eder.