Mirâc'ın Açıklaması
Şimdi bunun üzerinde duralım...
“Mi’râc” konusu bugüne kadar İslâm’da, gördüğü kadar düşünebilenler için anlaşılması en zor, en çetrefilli konulardan biri olarak kalmıştır!.. Çünkü buna, mevcut ilmimize göre bir izah yapılmamış.
Böyle bir olay oluyor... Rasûlullâh (aleyhisselâm) bunu yaşadığını söylüyor!..
Bize, ya O’na itimat edip, güvenip, inanıp, “tamam, mâdemki O böyle bir şeyin olduğunu söylüyor, olmuştur. Anlayamasam da nasıl olduğunu, O’na inandığım için, kabul ederim!..” demek düşüyor...
Ya da “bu O’nun uydurmasıdır” diyerek her şeyiyle Rasûlullâh’ı reddetmek!..
Çünkü bu olayın somut bir şekilde izah edilebilmesi için, o şeyin benzerlerinin olması lazım; ki birbirine kıyas yoluyla, olayları birbirine bağlamak yoluyla bir açıklama getirilebilsin!..
Durum böyle... Ama yine de bu konunun üzerinde biraz durmak gerek...
“İsra” denen olay, yani bir anda Mekke’den, Mescid-i Aksa’ya gitme denen olay; evliyanın yapmakta olduğu ve bizim “tayyı mekân” diye bildiğimiz olaydır; mesafenin kısaltılmasıdır. Bu evliyaya, Allâh Rasûlü mucizesinden mirastır!..
Yalnız, “tayyı mekân”dan farklı bir yönü vardır, buradaki “İsra” olayının...
Velîlerin yaptığı tayyı mekân iki türlüdür...
Birinci tür “tayyı mekân”da; bir velî bedenini bırakıp, ruh olarak herhangi bir yere gider; ve orada ruh, bir madde görüntüsü verir bir hâlde görünebilir.
Hızır (aleyhisselâm)’ın günümüzdeki yaşamı bunun benzeridir. Hızır (aleyhisselâm), madde boyutundaki biyolojik bedenden, “berzah” denilen dalgasal boyutun ışınsal beden yaşamına geçmiş olmasına rağmen; istediği zaman, bu ışınsal bedenini yani “ruh”unu, biyolojik bedene dönüştürerek dünyamızda yer almaktadır.
Kısa bir süre sonra dünyamıza geri gelecek olan İSA (aleyhisselâm) da, hâlen ışınsal bedeniyle dalga boyutta yaşamaktadır!.. Bir süre sonra Allâh’ın hükmü ve iradesiyle bu ışınsal bedeni yoğunlaşarak, biyolojik beden şekline dönüşecek ve böylece dünyamızda yerini alacaktır..
Bunları niye anlatıyorum...
Bilelim ki ışınsal bedenin, biyolojik bedene dönüşmesi mümkündür; Allâh’ın dilediği hâllerde, dilediği kişiler için!.. Mümkün olan bir şeyin de Allâh’ın dilediği bu kişiler için gerçekleşmesi son derece kolaydır!..
İkinci tür “tayyı mekân”da, beden, ruh gücünün oluşturduğu bir koruyucu manyetik alan içine girer, yani çevresinde koruyucu bir manyetik alan oluşur. Bu koruyucu manyetik alan, yüksek hızın getireceği zararları keser!.. Çünkü aşırı hıza bu vücut, normal şartlarda dayanamaz!.. Fakat O Zât, belli ruh kuvvetiyle çevresinde belli bir koruyucu alan meydana getirir ve o hız ona zarar vermeden istediği yere gider.
Ancak, burada, Efendimiz (aleyhisselâm)’a has olmak üzere, orijinal bir olay var ki bu olay, tayyı mekândan farklı kılıyor “İsra” hâdisesini... O da “Burak” denen nesne!.. Bir taşıyıcı güç, bir melek!..
Şimdi, bunun sebebi nedir?..
Bir velîde mevcut olan tayyı mekân gücünün kat be kat üstünde bir güce sahip olan Rasûlullâh (aleyhisselâm), tayyı mekân yoluyla yani, bir velîdeki gibi, kendisindeki üstün ruhanî kuvveti kullanmak suretiyle değil de, bu seyahati neden “Burak”la yaptı?..
Siz eğer, çok önemli bir misafiri ağırlayacaksanız; o size göre, çok üstün, çok değerli biri ise ne yaparsınız?.. Arabanızı yollarsınız, onu evinden alıp getirirsiniz!.. Bu, onun büyüklüğüne, yüceliğine, üstünlüğüne olan saygının ifadesidir.
İşte burada “Burak”, Efendimiz (aleyhisselâm)’ın yüceliğini ortaya koymak için sunulan bir araçtır!.. Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) kendisindeki kuvvetle gidebilirdi. Fakat, O’nun şerefine, O’na “Burak” denilen bu araç tahsis olunmuş!..
Burada birinci olay, Mekke’den Kudüs’e gitmesi...
Oraya, “Burak” denen taşıyıcı araçla gitmiştir!..
Orada, gelmiş geçmiş birçok Nebiler ve Rasûller,hazır bulunuyordu.
Onlarla beraber orada namaz kıldı... Rasûlullâh (aleyhisselâm) imam oldu ve onlara namaz kıldırdı!.. Bu bildiğiniz şeklî bir namazdan ibaret kulluk değildi yalnızca!.. Bu namaz, bilinç boyutunda yükseliş; ya da bir başka ifade ile “Hakikat”inin semâsında özüne erişi sağlayan bir “URÛC” idi!.. Bu namaz “urûc”un hazırlanışıydı!..
Bu namaz sonrasında, “Mi’râc” denilen olay meydana geldi... Boyut değiştirdi!..
“Mi’râc”ta evvela Dünya semâsına çıktı.
Öncelikle şunu iyi fark edelim ve anlayalım...
“Mi’râc” yani yükselme ile, Berzah âlemi de denilen kabir âlemindeki yani semâ katlarındaki gezinti, tamamıyla BOYUTSAL bir olaydır!.. Kesinlikle fizik beden-madde boyutunda cereyan eden bir olay değildir!..
“Dünya semâsının kapısında...” denildiği zaman, bununla, madde ötesi boyuta geçiş, yani bir başka ifade ile ervâh (ruhlar) âlemine geçiş anlatılmak istenmektedir!..
“Ölümü tadan her kişi gözünü mi’râca diker.”
Şeklindeki Efendimiz (aleyhisselâm)’ın açıklaması da buna işarettir!
Dünya semâsı içinde, birtakım ruhların, kişilerin çektiği azapları müşahede etti ki, Berzâh âlemi denen âlem, bu yedi kat semâyı içine alan bir âlemdir!..
Daha sonra da, Âdem (aleyhisselâm)’ın ruhu ile karşılaştı.
Ölmüş kişilerin ruhlarının ne hâlde olduğunu orada Âdem (aleyhisselâm) müşahede ediyor. Rasûlullâh (aleyhisselâm), Nebiler, Rasûller ve şehîdler âyet hükmü ile sâbittir ki, kabirlerinde hapis değillerdir. Onlar serbest dolaşırlar...
Birinci kat semâ dediğimiz gök; 2. kat semâ, 3. kat semâ, yani 7 kat semâ... Güneş sistemi içindeki yedi gezegenin yörüngeleridir. Kısacası Güneş sistemidir!..
Güneş sistemi, içinde bulunduğumuz galakside bir hiç mesabesindedir!..
Son tespitlere, verilere göre; Samanyolu adını verdiğimiz galakside 400 milyar güneş var. “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabını yazdığım zamanki -1984- verilere göre, Samanyolu’nda 100 milyar yıldızın tespiti yapılmıştı. Şu anda (sene 1994), aldığımız verilere göre Samanyolu’nda 400 milyar güneşin var olduğutespit edilmiş.
Bir açıklamasında Rasûl-ü Ekrem şöyle diyor:
“Dünyanız ve yedi kat semâ, Kürsî’nin içinde çöle atılmış bir yüzük halkası kadardır. Kürsî de Arş’ın içinde gene çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir.”