Sadece Deme... Yaşa!
Bu vesile ile bir hususu daha vurgulamak istiyorum...
Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de “KUL=De ki” ifadesi ile başlayan çeşitli “yöneliş” ve “kavranılması istenen gerçekler” formülleri var.
Mesela “Kul hu vallahu Ahad...” âyetleri gibi...
Mesela “Kul euzü BiRabbin Nâs...” âyetleri gibi...
Dikkat ediniz!..
Burada bu kelimeleri ezbere veya bir yerden okuyarak kuru kuruya tekrar etmemiz istenmiyor!..
Buralarda, yani “KUL” kelimesinin geçtiği yerlerde bizden istenen şey, bu kelimeden sonra anlatılan mânânın tarafımızdan idrak edilerek, gereğinin yerine getirilmesidir!..
Yani ana amaç, o kelimelerin anlamının kavranarak, içimizde hissedilerek gereğinin uygulanmasıdır!..
ALLÂH’ın içinizde hissedilerek O’na yönelinmesi, O’ndaki gücün açığa çıkartılarak o problemin çözülmesi öneriliyor; ve bu yüzden de yönelişin gafletle değil, bilinçli olarak gerçekleştirilmesi esastır!..
Ayrıca bu vesileyle şunu da vurgulayayım...
Allâh’a yöneliminizi daima dışa, yukarı, öteye doğru değil; içinize, özünüze, varlığınızdaki Rabbinize doğru yapmaya çalışın; O’nunla içinizden konuşun!.. Bu istikamette yöneliş size çok güzel gelişmeler getirecektir, görecek ve yaşayacaksınız inşâALLÂH!..
Evet!..
Hz. Rasûlullâh bu müşahedesinin, mükalemesinin neticesinde, ümmetinin kurtuluş çaresi, vesilesi olmak üzere beş vakit namaz emrini aldı. O an’a kadar sabah ve yatsı namazı farz idi ve sadece sabahla yatsı namazı kılıyorlardı...
Daha önce açıkladığım gibi namaz önce 50 vakit olarak önerildi, daha sonra da 5 vakte indirildi...
Şimdi!.. Bugün bir kişi 5 vakit namaz kılamıyorsa, hiç namaz kılmasın mı?..
Bu anlayış, yanlış ve bâtıldır!..
Eğer 5 vakit namaz kılamıyorsan, hiç değilse 4 vakit, 3 vakit, 2 vakit, 1 vakit kıl!.. Ne kadar kılabiliyorsan o kadar kıl!..
Fakat mühim olan, en azından bir vakit de olsa kılmak şarttır!.. Çünkü bu, kişinin samimiyetini, iyi niyetini, gösterir.
Sizin bir kişiye beş milyon lira borcunuz varsa, elinize elli bin lira geçtiğinde bu parayı borçlu olduğunuz kişiye öderseniz, bu davranışınızla, borcunuzu ödeme konusundaki gayret ve içtenliğinizi ortaya koyarsınız. Ama elinize geçen paranın hiç olmazsa bir kısmını borcunuza karşılık ödemek yerine, tamamını birtakım zevkleriniz için harcarsanız, borçlu olduğunuz kişiye karşı samimiyetinizden söz edilemez ve hiçbir zaman o kişi de sizin içtenliğinize inanmaz!.. Sizi, yalancı, ikiyüzlü olarak tanır.
Öyleyse...
Bir kişinin 5 vakit namazı kılamıyorsa dahi, en azından 2 vakit veya 1 vakit de olsa kılması zorunludur!.. Bu onun inandığının kendine olan ispatıdır.
Gündüz vakit bulamasa dahi bir insan; nasıl olsa sabah kalktığı zaman, elini yüzünü yıkıyor... İlaveten, bir de ayağını yıkarsa abdest almış olur. Bu abdesti aldıktan sonra, 2 rekât sabah namazı ki, bunu illa sabah beşte, altıda kılamadıysa, sabah uyandığın zaman da kılabilir... Böylesine bir kolaylığı da vardır.
Alt tarafı iki rekât sabah namazı; bir “El hamdu...”, bir “Kul huvallâh...” okuyarak kıldığınız zaman, namaz iki dakika tutar. Elbette bir insanın, benim iki dakika vaktim de yok demesi mümkün değildir!.. Her insan, sabahleyin iki dakika vakit bulabilir, namaza zaman ayırabilir.
Öyleyse, hiçbir şey yapamıyorsak, hiç olmazsa 2 rekât sabah namazını kılıp, “bu kadar yapabiliyorum!..” demeye yüzümüz olsun.. Ki o iki dakikalık, o iki rekât namazla, demin bahsettiğimiz kelimeleri, cümleleri okuyalım, o mânâları hiç değilse bilincimize, şuurumuza, hafızamıza yerleştirelim ki, zamanı geldiğinde o mânâlar inşâALLÂH daha güçlü olarak ortaya çıkar.
Evet...
Bu “Mi’râc” olayını yaşadıktan sonra Hz. Rasûlullâh, gerçekten insanlar için büyük bir imtihan vesilesi oldu...
Birçokları, hafsalaları almadığı için, böyle bir olay olabileceğini inkâr etti. Bu olayı gerçekleştiği yönüyle düşünüp, anlayıp, idrak edebilen birçok kişi de çok yüksek mertebelere ulaştı!..
Kimini inkâr, ebeden mahrumlardan kılarken; kimini de tasdik, en yüce mertebelere ulaştırdı...
O, imanı tasdik sayesinde, en başta, Hz. Ebu Bekir, “Sıddîkiyet” vasfını aldı. Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk diyoruz. Sıddîkiyetin mertebesi odur ki:
“Yeryüzündeki bütün insanların imanı terazinin bir kefesine, Ebu Bekir’in imanı öbür kefesine konsa, Ebu Bekir’in imanı ağır basar...” diyor, Hz. Rasûlullâh...
Bunun getireceği neticenin bir tanesi de şudur:
İnsan, hiçbir zaman, o an’a kadar öğrendiklerinin; hafızasına girmiş olan verilerin sonucu ile, söylenen herhangi bir olayı inkâr etmemelidir!..
Evet, senin bu an’a kadar bildiklerin, böyle bir şeyi idrak etmene müsaade etmeyebilir; ama, yarın yeni öğreneceğin birtakım şeyler neticesinde onu bal gibi de kabullenmek mecburiyetinde kalabilirsin.
Öyleyse, niye bugün inkâr?.. İnkâr etme!.. “Evet, böyle bir şey olabilir, ama ben şu anda bunu anlayamıyorum, idrak edemiyorum, araştırıyorum, aslını ve nedenini” de!.. Ve, müspet yaklaş!..