Denildi ki;
− Muhammed!.. Cebrâil tarafından!
− Peki, çağırıldı mı?..
− Evet!.. dedi Cebrâil ve hemen açtılar.
Beni selâmladılar. Görevli bir Melek semâyı muhafaza ediyor ve O’na İsmail, deniyor. Mahiyetinde yetmiş bin melek ve her birinin mahiyetinde de yüz bin melek var.
Derken, bir erkekle, bir kişiyle beraber oldum ki, görünüşü Allâh’ın halk ettiği günkü gibi!.. O’nda hiçbir şey değişmemiş ve kendisine zürriyetinin ruhu arz ediliyor.
Mümin ruhu ise, hoş bir rayiha!..
− Bunun kitabın illiyin’de kılın, diyor!..
Kâfir ise, habis ruh, habis koku!..
− Bunun kitabını da Siccîn’de kılın, diyor.
− Yâ Cebrâil, bu kim?.. dedim.
− Baban Âdem!.. dedi.
Ve, O bana selâm verdi, hoş eyledi, hayır ile dua eyledi.
Sonra baktım, bir kavim gördüm civarda, dudakları deve dudağı gibi... Bunlara birtakım memurlar bağlanmış, onların dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar. Ağızlarına koydukları bu taş içlerinden geçiyor ve aşağılarından çıkıyor.
− Yâ Cebrâil!.. Bunlar kimler?.. dedim.
− Bunlar, yetim mallarını zulmen yiyen kişiler... dedi.
Sonra baktım, bir kavim var ki, derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor ve yediğiniz gibi yiyin burada da, deniliyor. Bu onlara iğrenç bir şey oluyor.
− Yâ Cebrâil!.. Bunlar kimler?.. dedim.
− Bunlar, o hammazlar, gammazlar ki, insanların dedikodusunu, gıybetini yaparlar böylece insanların etlerini yerler; onların ırz ve namuslarına dil uzatırlar, dedi.
Sonra baktım, bir kavim var ki, önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var, fakat etraflarında da cîfeler var. Onlar o güzel etleri bırakıp bu cîfelerden yemeye başladılar.
− Bunlar kim?.. Yâ Cebrâil!.. dedim.
− Bunlar, zina yapanlardır!.. Allâh’ın helal kıldıklarını bırakır da, Allâh’ın haram ettiklerini yerler, dedi...
Sonra baktım bir kavim var, karınları evler gibi şişmiş ve bunlar Firavun’un nesli üzerinde bulunuyor.
Firavun nesli, sabah ve akşam ateşe arz olunurlarken bunlara uğruyor; uğradı mı da, bunlar bir fırlıyor üstüne basılmasın diye; fakat fırlayınca her biri karnının meyline düşüyor ve binaenaleyh Firavun nesli de bunları ayaklarıyla çiğneyip geçiyor.
Cebrâil’e dedim ki;
− Bunlar kimler?...
− Bunlar, riba yiyenler!.. dedi.
Sonra baktım, birtakım kadınlar memelerinden asılmış ve birtakım kadınlar baş aşağı ayaklarından asılmış.
− Yâ Cebrâil!.. Bunlar kimler?.. dedim.
− Bunlar, zina eden kadınlarla, evlatlarını doğduktan sonra öldürenler veya doğmadan öldürenler... dedi.
Ondan sonra ikinci kat semâya çıktım. Orada Yusuf ile buluştum. Ümmetinden kendisine tâbi olanlar etrafında idi. Yüzü, dolunay gibiydi.
Bana selâm verdi “Merhaba!..” dedi...
Sonra, üçüncü semâya geçtim. Orada iki teyzezâde Yahya ve İsa ile buluştum. Giyimleri her şeyleri birbirlerine benziyordu. Bana selâm verdiler, “Merhaba!..” dediler...
Sonra dördüncü semâya geçtim. İdris’le buluştum. Bana selâm verdi, “Merhaba!..” etti...
Nitekim beşinci semâya geçtim. Orada kavmine sevdirilmiş olan Harun ile buluştum. Etrafında ümmetinden birçok teb’ası vardı, uzun sakallıydı. Sakalı neredeyse göbeğine değecekti. Selâmlaştık. “Merhaba!..” etti.
Sonra, altıncı semâya geçtim. Orada Musa ile buluştum. Üzerinde iki gömlek olsa, kılları ondan çıkacak şekilde vücudu kıllıydı. Musa dedi ki :
− İnsanlar beni en ekrem kişi diye bilir. Hâlbuki sen varken bana söz söylenmez.
Sonra, yedinci semâya geçtim. Orada İbrahim ile buluştum. Sırtını Beyt-i Mamûr’a dayamış, beni selâmladı.
Ve, bana denildi ki:
− Senin mekânın ve ümmetinin mekânı burasıdır.
Ondan sonra, “Beyt-i Mamûr”a girdim, içinde namaz kıldım ki o “Beyt-i Mamûr”a her gün yetmiş bin melek girer, kıyamete kadar dönmezler. Bir daha geri gelmezler.
Sonra baktım bir ağaç var. Bir yaprağı bütün bu ümmeti bürür!.. Bunun kökünde bir menba akıyor ki, iki şubeye ayrılmış.
− Ya Cibrîl!.. Bu nedir?.. dedim.
− Şu Rahmet Nehri... Şu da Allâh’ın sana verdiği Kevser!.. dedi.
Bunun üzerine Rahmet ırmağında yıkandım. Geçmiş gelecek bütün günahlarımdan mağfiret olundum.
Sonra, Kevser istikametini tuttum da Cennet’e girdim!..
Ne bakayım, orada göz görmedik, kulak işitmedik, insan aklına, şuuruna, hayaline gelmedik şeyler var!..
Bundan sonra, Allâhû Teâlâ bana emrini verdi ve elli vakit namaz farz kıldı bir günde!..
Daha sonra, dönüşte Musa’ya uğradım.