Burada bahsedilen, “Kürsî” kelimesi ile ifade edilen saha-yapı, bizim Galaksi dediğimiz ve Samanyolu ismiyle tanımladığımız yapıdır; bizim tespitlerimize göre... Yani, 400 milyar güneşten, yani yıldızdan oluşan bir sistem...
Eğer gerçekten, şöyle bir hafsalamızı genişletip de biraz düşünürsek, o 400 milyar güneşin içinde bizim Güneş, çöldeki bir yüzük halkasından başka bir şey değildir.
Ayrıca bu 400 milyar güneş benzerinin meydana getirdiği galaksi gibi; şu andaki tespitlere göre milyarlarla galaksi var!.. 400 milyar güneşten oluşan Samanyolu galaksisi gibi... Milyarlarla galaksi var evrende!..
İş bu kadarla da bitmiyor!..
Bu yıldızların, galaksilerin her birinde bizim algılayamadığımız dalgasal boyutlarında ve onun da altındaki kuantsal boyutta, sonsuz sayıda âlem ve canlı-bilinçli varlık türü mevcut!..
Ve eğer anlayabilirsek, o milyarlarla galaksinin içinde bizim Samanyolu dediğimiz 400 milyar güneşin var olduğu galaksi, çöldeki bir yüzük halkası gibidir.
Nitekim bu konuda Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) şöyle buyuruyor:
“FesubhânALLÂH!.. Semâ gıcırdıyor!.. Secde edilmedik bir karış yer yok semâda!..”
Elbette bu “semâ” tanımlamasıyla “göze” hitap eden yapıyı değil, “berzah” denilen “âhiret” denilen evrendeki dalgasal boyutu anlayacağız.
İşte bu milyarlarla galaksiyi ilminde barındıran, kapsamına alan yapının bilinç yani dinî tâbirle “İlim Boyutu”, tasavvufî deyimiyle “Esmâ Âlemi” o günde “Arş” kelimesi ile izah ediliyor!..
Daha evvelki konuşmalarımızda, üzerinde durduğumuz gibi, şunu hiç hatırdan çıkarmayalım:
Efendimiz (aleyhisselâm), gördüğü, tespit ettiği, hissettiği, aldığı, kendisine vahyolunan bilgileri; o günkü insanların anlayışını da göz önüne alarak, onların hafsalalarının alamayacağı ve inkârlara yol açacak bir biçimde, GERÇEK HÂLİYLE DEĞİL, benzetme yollu, misal yollu, teşbih yollu anlatmıştır.
Dolayısıyla, aklımızın almadığı veya ters düşen bir şeyle karşılaştığımız zaman, ilkel bir insan gibi hemen inkâr etmeyip; evet bu böyle ifade ediliyor ama, acaba bu anlatımla neyi anlatmak istedi, diyerek o söyleneni anlamaya çalışalım. Bu, din konusunun en önemli, püf noktasıdır!..
Evet!.. Bu yedi boyut semâyı aştıktan sonra, sayısız âlemleri gezdi ve bu sayısız âlemlerde çok çeşitli melekleri gördü.
“Melek” dendiği zaman iki tür yapı anlayacağız...
Birinci tür yapı; evrende ve içinde bulunduğumuz sistemde var olan her şeyi meydana getiren, bugünkü tanımıyla, kuantsal kökenle açığa çıkan yapıdır. “Melk” kökünden gelen melek, kuvvet, enerji yapı anlamındadır.
Bildiğimiz gibi enerjinin yoğunlaşması ile kuantlar, mezonlar, nötrinolar, nötronlar, elektron, pozitron, atom ve atom bileşiklerinden, atom moleküllerinden oluşan maddeler...
Evet!.. Biz, herhangi bir madde dediğimiz zaman, bu madde, beş duyu verilerine göre, maddedir!.. Yani, “görece madde”dir!..
Bugün modern bilim tespit etmiştir ki, gerçekte madde diye bir şey yoktur!.. Beş duyu dolayısıyla, biz maddenin var olduğuna hüküm veriyoruz. Oysa gerçekte, evrende var olan her şey, çeşitli dalga boylarındaki mânâlardan ibarettir.
Her ne kadar 1900’lerin başına kadar, koyu bir maddecilik, “madde vardır, ötesi yoktur” görüşü hâkim olsa da, Dünya üzerinde, 1910-1920’lerde bilim dünyasında başlayarak günümüze gelen bilim seviyesi artık, madde diye bir şeyin var olmadığını, sadece, bizim beş duyumuzun maddeyi bize var gösterdiğini, esasında madde denilen her şeyin atomlardan ve atomların da ışık kuantlarından, çeşitli dalga boylarından var olduğunu gösterdi...
İşte var olan; Dünya üzerinde ve evrende var olan her şeyin meleklerden meydana gelmesi demek, bu dalgasal yapı ve atomaltı boyutun, ışınlarından ve kuantsal enerjiden meydana gelmesi demektir.
Yalnız, burada çok önemli bir husus var. Burayı hiçbir zaman gözden kaçırmamak gerekir.
En azından, olaya basit bir şekilde baktığımız zaman, evrenin tüm katmanlarında, boyutlarda geçerli olan bir “sistem” görüyoruz.
Her boyutun, her katmanın kendine has bir sistemi ve düzeni var!.. Kısaca, evrende kaos yok, kargaşa, karmaşa yok!.. Belki, sistemin ve düzenin getirdiği, gerekçesini henüz fark edemediğimiz lokalize kaoslar var; ya da bize öyle geliyor ki gerçekte o da sistemin bir parçası. Her şey bir sistem içinde doğuyor, büyüyor, ölüyor!.. Yok olmuyor, bir başka şekle dönüşüyor!.. “Yok” olmuyor, yani yok olma diye bir şey evrende yok!.. Çünkü zaten “yok”tan var olmuş ve aslı yok olan, hiçbir zaman “var” olmadı ki, “yok” olsun!.. Bu da bir sistemin sonucu; sistem ise bir bilincin ifadesi...
Maalesef, batı bilim dünyasının çok iyi bildiği bu gerçekleri, henüz Türkiye’de bilen adam sayısı parmakla gösteriliyor. Ve... Bugün ilim, artık Batı’dan geliyor... Güneş Dünya’ya batıdan doğuyor(!).
Şu anda biz, “madde var” diyoruz!..
Bilim dünyası diyor ki:
“Madde diye bir şey yok, bu gözle gördüğümüz, içinde yaşadığımız her şey bizim hayalimizden, şuurumuzun oluşturduğu hayalden ibarettir!..”
Bu varlıkta gördüğümüz her şey, enerjiden, enerjinin yoğunlaşması ile meydana geldiğine göre, demek ki bu varlıkta olan her şey, dinî tâbirle meleklerden meydana gelmiştir!.. Her şeyin aslı melektir!..
Cüz’i mânâda, zerresel mânâda, senin şu vücudun, trilyonlar kere trilyonlarca meleklerden meydana geldiği gibi, çeşitli katmanların yoğunlaşması ile meydana gelen ayrı melekler vardır. Bunu şöyle izah edelim...
Sizin vücudunuz, sayısız hücrelerden meydana gelmiştir. Bu hücreler değişik terkipler şeklinde bileşimler meydana getirerek, bir karaciğeri, bir kalbi, bir mideyi, bir beyni meydana getirmiştir. Karaciğerin görevi ayrıdır, karaciğerin kendine has bir bilinci vardır. O bilincin meydana getirdiği karaciğerin bir çalışma sistemi vardır. Kalp böyle, beyin böyle, mide böyle... Her bir organın kendine has bir bilinci vardır.
Ama, bizim beynimizde oluşan bilinç, buralardaki bu bilinç türlerini algılayamaz. Çünkü onu algılamak için, gerekli açılıma, gerekli kapasiteye sahip değildir. Bunu, basit olarak şöyle izah edelim...
Gözünüz, şu sehpayı görür; ama şu odada, şu salonda boşluğa baktığı zaman bir şey görmez. Hâlbuki şu odada, şu anda, belki milyonlarca ses ve milyonlarca görüntü dalgası var.
Ancak bu odada mevcut olan milyonlarca ses ve görüntüyü, ancak o dalgaların dalga boyuna ayarlı, bir televizyon veya radyo ile tespit edebiliriz!..
O dalga boylarını kulağımız ve gözümüz algılamaz!.. Çünkü gözümüz, santimetrenin on binde dördü ile on binde yedisi arasındaki dalga boylarını algılayabilecek kapasite ile kayıtlıdır, sınırlıdır.
Kulağımız ise, 16 ile 16.000 hertz arasındaki dalgaları alabilme kapasitesiyle sınırlı ve kayıtlıdır!..
Bu ikisi arasında çeşitli mânâlar ihtiva eden, milyarlar ve milyarlarla dalga boyu var olmasına rağmen, biz bunlardan gâfil yaşıyoruz.
Burada şu hususa dikkat etmeliyiz!..