Hacerül Esved
Nihayet Kâbe’nin duvarı örüle örüle Hacerül Esved’in bulunduğu seviyeye gelindi... Burada çok büyük bir meseleyle karşılaşıldı. Zira her kabile Hacerül Esved’i kendisinin yerine koymak hakkına sahip olduğunu idda ediyordu... Konuşmalar yavaş yavaş tartışmaya dökülmüş ve tartışma da yavaş yavaş itişip kakışmaya çevrilmeye başlanmıştı...
Abdülkadir oğulları ile Adiyy oğulları sözü öylesine ileri götürdüler ki, bu uğurda başlarını ortaya koyduklarını söylemişler ve ellerini kılıçlarına atmışlardı... Ve bu iddialarını ispat içinde cahiliyet devri adeti olarak kocaman bir deve kesip, kanını yaladılar ve devenin biriken kanını getirerek aralarına döktüler...
Bu anlaşmazlık yüzünden icabı hâlinde, aralarında böylesine kan akıtılacağına işaretti... Bu yüzden de “kan yalayıcılar” lâkabıyla kitaplara geçtiler... Aradan böylelikle beş gün geçti… Fakat mesele bir türlü hâllolamıyordu... Kâbe uluları düşünmeye başladılar, meseleye bir hâl yolu bulmak için... Bütün mesele hiçbir kabilenin gurur ve şerefine dokunmadan Hacerül Esved’i yerine koymaktı.
Nihayet bu uluların toplantılarından birisi sırasında iyice yaşlılardan birisi ortaya şu teklifi attı:
− Ey Kureyş uluları... Aramızda bir saat tayin edelim... Bu saatte her kim Haremi Şerif’e girerse, onu hakem seçelim... Bu davayı onun seçimine bırakalım... O nasıl ileri sürerse onu tatbik edelim...
Kureyş uluları bu teklifi kabul ettiler ve aralarında belirli bir saat tespit ettiler... Ertesi günü sabahın çok erken saati idi... O sırada Haremi Şerif’e ilk gelecek olan şahıs, bir gün evvelki anlaşmada olduğu üzere onlara hakemlik edecekti.
Kureyş’in uluları belirtilen saatte tespit edilen yerde toplanmışlar, içeri girecek olan şahsı beklemeye başlamışlardı... Acaba ilk olarak Haremi Şerif’e kim girecekti?.. Birden bütün gözler Babüs Selâm’a (büyük kapı) çevrildi!
Sabahın bu erken saatinde içeri giren, bütün Mekke’lilerin sevdikleri ve güvendikleri bir şahıstı... MUHAMMED-ÜL EMİN idi sabahın bu erken saatinde Haremi Şerif’e giren... Bu gelen şahıs hakkında hepsi de çok memnun olmuşlardı...
− İşte tam bîtaraf bir kimse… diyerek Efendimiz’in yanına koştular ve:
− Yâ Muhammed-ül Emin, eğer rıza gösterirsen, bir hakem olarak seçilmiş bulunuyorsun. Her ne hükme varırsan, bu hepimiz tarafından olduğu gibi kabul edilecektir...
Efendimiz Kureyş ulularının bu ümidini hiç de boşa çıkarmadı... Şimdi herkesin kafasındaki sual, dört kabilenin de ayrı ayrı nasıl memnun edilerek Hacerül Esved’in yerine konulacağı idi...
Efendimiz bu meselenin hâl yolunu bir anda buldu ve onlara şöyle seslenerek açıkladı.
− Ey Kureyş’in uluları... Bana büyükçe, bir dört köşe örtü getiriniz!
Yaygı derhâl getirildi...
Efendimiz mübarek elleriyle Hacerül Esved’i yerinden alıp bu yaygının üzerine koydu ve ondan sonra da onlara döndü:
− Yâ Abdimenaf oğulları…
− Yâ Abdüd dar oğulları…
− Yâ Mahzun oğulları…
− Yâ Adiyy oğulları… Aranızdan en şerefli birer kişiyi temsilci seçiniz ve onlar kabileniz adına bu örtünün birer ucundan tutarak Kâbe’deki yerine götürsün!
Bu çözüm yolu kimsenin aklına gelmemişti... Büyük kavgalara yol açabilecek o muazzam mesele böylelikle gayet kolay, kimsenin de aklına gelmedik bir şekilde hâllolvermişti... Hacerül Esved bu dörtlü tarafından taşınarak Kâbe’deki yerine kadar getirildi ve o seviyeye kadar yükseltildi...
İşte o zaman Efendimiz mübarek elleri ile örtünün içindeki Hacerül Esved’i alarak Kâbe’nin kapısının karşısından bakılınca sol tarafına rastlayan, takriben bir insan boyu yüksekliğindeki yerine yerleştirdi...
Böylece, Kureyş’te belki de bir harbe yol açabilecek hâdiseler Efendimiz’in buluşuyla hâllomuş, O’nun şerefini bir misli daha arttırmıştı...