Sayfayı Yazdır

Ve Ömer de Müslüman Oluyor

Bundan sonra Ömer, kardeşinin evinden Efendimiz AleyhisSelâm’ın bulunduğu yere doğru gitti... Hızlı adımlarından dolayı belindeki kılıcı da sallanıp duruyordu. Kapının önüne gelince, vurdu kapıya... Soruldu: 

Kimsin?.. 

Hattaboğlu Ömer! 

İçerdekiler, Ömer’in Efendimiz AleyhisSelâm’a ve İslâm’a karşı olan tutumunu bildikleri için kapıyı açmaya cesaret edemediler... 

Bu arada Ömer’in sesini işiten Bilali Habeşi yerinden fırlamış ve kapı deliğinden dışarıya bakmıştı... Kapının ardında Ömer, belinde uzun kılıcı, dimdik duruyordu... Koşa koşa içeri girdi ve: 

Rasûlullâh, Ömer bin Hattab, belinde de kocaman kılıcıyla duruyor!.. 

İçeride bulunan Hazreti Hamza söze karıştı: 

Bırakın gelsin! Eğer hayırlı bir iş için geldiyse başımızın üzerinde yeri var! Yok eğer kötü bir iş için geldiyse, elbette elimizden çekeceği olur! 

Bu arada Efendimiz AleyhisSelâm da buyurdu: 

Kapıyı açın buyurun gelsin! Eğer Allâh onun hayrını dilemişse, elbette hakikata kavuşturur! 

Bilali Habeşi koştu, kapıyı açtı... 

Efendimiz AleyhisSelâm ayağa kalktı ve Ömer yanına gelinceye kadar bekledi... İçerdekilerin her biri olacakları heyecanla bekliyordu... Acaba Ömer ne niyetle gelmişti? 

Efendimiz AleyhisSelâm iyice yanına yaklaşmasını bekledikten sonra, ellerini ona uzattı ve bir eliyle omzundan, bir eliyle de kılıcını tutarak son derece heybetli bir ses ve tavırla hitap etti: 

− Yâ Ömer! Ne için buraya geldin?... Vallâhi Velid Bin Mugıyreye olduğu gibi, senin de hakkında Allâh’ın rezil ve rüsva edici olan âyetleriyle karşılaşmak istemem! Sen sonuna kadar bu hâlinle devam edecek misin?.. 

Ömer olduğu yerde ufalanmış, ufalanmış su görmüş şeker misali olmuştu... 

Efendimiz AleyhisSelâm sözlerine şu dua ile tamamladı: 

− Allâhım, bu Hattaboğlu Ömeri, İslâm ile şereflendir... İslâm Dininin Ömer ile daha da kuvvetli olmasını nasip et! 

Ömer gayrı ihtiyarî iki dizi üzerine çökmüştü... 

Son derece alçak ve yumuşak bir şekilde cevap verdi: 

Rasûlullâh! Ben Allâh’a ve Rasûlü’ne iman etmek için buraya geldim! 

Ve arkasından devam etti Ömer: 

Şehâdet ederim ki yalnızca Allâh; tanrı yoktur; ve sen de Allâh’ın Rasûlüsün! 

Efendimiz AleyhisSelâm bu durum karşısında tekbir getirdi: 

− Allâhu Ekber!.. Allâhu Ekber!.. 

Orada bulunanlar sevinç içinde bu tekbire katıldılar: 

− Allâhu Ekber... Lâ ilâhe illâllâh! Vallâhu Ekber... Ve Lillâhil Hamd! 

Sesleri öylesine gür çıkıyordu ki, bütün Mekke sokaklarından işitilmişti âdeta... 

Böylece Kureyş’in atak ve samimi çocuğu Ömer de artık İslâm camiasınca Hazret hitabına lâyık olacak bir seviyeye gelmişti... Hazreti Ömer, İslâm Dini’ne girdikten sonra o gece evine gitti... Heyecanından, sevincinden içi içine sığmıyordu... 

Yatağına uzandığı zaman düşündü: 

Acaba şu anda İslâmiyet’e, Rasûlullâh’a en çok düşman olan kim ki?.. 

Gidip ona ben de müslüman oldum diyeyim..? 

Sonra da bu sorunun cevabını buldu: 

En büyük düşman, muhakkak ki Ebu Cehil’dir! Ben de ona gidip haber vereyim... 

Ertesi sabah doğruca Ebu Cehil’in evine yollandı Hazreti Ömer... 

Kapıyı çaldığı zaman Ebu Cehil açtı: 

Ehlen ve sehlen ey kız kardeşimin oğlu! Hayrola bir şeyler mi var?.. 

Hazreti Ömer mütebessim ve rahat bir şekilde Ebu Cehil’in bu sualini cevaplandırdı: 

− Allâh ve Rasûlü’ne iman, kendisine gelenleri de tasdik ettiğimi haber vermek üzere geldim sana! 

Ebu Cehil birdenbire karşılaştığı bu sözler karşısında aptallaşıp kalmıştı. Âdeta bir şok geçirmişti... Olanca hızıyla kapıyı Hazreti Ömer’in yüzüne çarparcasına kapatırken bağırdı: 

Allâh senin de belânı versin, getirdiğin haberin de! 

Hz. Ömer bundan sonra biraz Mescidi Haram’da oyalandı... Sonra da doğruca Efendimiz AleyhisSelâm’ın huzuruna gitti... İçerde ashabın bir çoğu toplanmıştı... Öğle vaktine kadar orada oturuldu, konuşuldu... Öğle vakti gelmişti ki, Hazreti Ömer, Efendimiz AleyhisSelâm’a sordu: 

− Yâ Rasûlullâh, biz ölsek de, sağ kalsak da Hak Dini üzere değil miyiz?.. 

Efendimiz AleyhisSelâm her zaman olduğu gibi kesin bir şekilde cevap verdi: 

Evet! Varlığım Kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, ister sağ, ister ölmüş olun her hâlükârda Hak Dini üzeresiniz! 

Bu cevabı nebevi üzerine Hazreti Ömer sordu: 

− Öyle ise ne diye gizleniyoruz biz?.. Seni Hak Dini ile bize gönderen Allâh’a yemin ederim ki, bundan sonra çekinerek yahut korkarak oturacağım bir tek meclis olmayacaktır! Ve bundan sonra da İslâmiyeti aşikâre vuracağız! 

Hazreti Ömer’in bu teklifi Efendimiz AleyhisSelâm tarafından da kabul edildi. Bunun üzerine Müslümanlar iki saf hâlinde Erkam’ın evinden çıktı ve Mescidi Haram’a doğru yürüdü. 

Safların birinin başında Hazreti Ömer, diğerinde de Hazreti Hamza bulunuyordu... Her ikisinin de ellerinde yalın kılıçları vardı... Onların bu gidişlerini gören müşrikler hayretle onları seyrediyorlardı... 

Bazıları Hazreti Ömer’e yaklaşıp, sordular: 

Yâ Ömer bu ne hâldir?.. 

Hazreti Ömer bağırdı: 

Bilin ki artık bende müslümanım! Kim karşı çıkarsa bize, kılıcımı karşısında, başında bulur!.. 

Bundan sonra Rasûlullâh ve ashabı toplu hâlde Kâbe’yi tavaf ettiler... Ardından da gene toplu hâlde öğle namazı kılındı... Bu duruma getiren Allâh’a şükredildi... 

Artık İslâmiyet resmen açığa çıkmış, bu dinin mensupları ilk defa olarak Kâbe önünde resmen ibadet edebilmişlerdi... 

Bu, Allâh’ın Hazreti Ömer’e ve İslâm’a büyük bir lütfu idi... 

Müslümanların Habeşistan’da rahat ve huzur içinde yaşaması üzerine, Mekkeli müşrikler, onların bu rahatını hazmedemeyip, Habeş ülkesine iki elçi göndermeye ve onları geri istemeye karar verdiler... Bu sebeple de el birliği ile gayet değerli hediyeler toplayıp, Habeş Necaşisi ile diğer devlet ileri gelenlerine yolladılar. Bir nevi rüşvetti bu... 

Habeş’e gitmek üzere yola çıkan iki Kureyşli müşrik Abdullah bin Ebi Rabia ile Amr bin As idi... 

Müşriklerin bu hazırlıkları ise derhâl Efendimiz AleyhisSelâm’a ve amcası Ebu Talib’e erişmişti... Ebu Talib bunun üzerine gayet tafsilâtlı bir mektup yazarak Necaşi’ye gönderdi... Ebu Talib bu mektubunda Necaşi’yi övüyor ve oraya hicret eden müslümanların iyiliklerinden bahsederek, müşriklerin onları çağırmaya hakkı olmadığını belirtiyordu. 

Habeş’e gelen müşriklerin elçileri Abdullah ile Amr, Necaşi’nin huzuruna çıkmadan evvel bütün devlet ileri gelenleri ile görüşüp, onlara hediyelerini takdim ettiler ve kendilerine yardımcı olmalarını istediler... 

Hediyeleri alan Habeş ileri gelenleri de, Necaşi’nin huzurunda kendilerine yardımcı olacaklarına söz verdiler. Nihayet Abdullah ile Amr, Necaşi’nin huzuruna kabul olundu... Söze Amr başladı... Nercaşi’yi bir miktar övdükten sonra, şöyle konuştu: 

Ey Necaşi, bizim bir kısım aklı kısa gençlerimiz ve fakirler kendi dinlerini terk edip; yepyeni bir din uydurulmuş, ona tâbi oldular... Şimdi bunların bir kısmı senin ülkende, senin topraklarına sığınırlar... Biz onların yakınları olduğumuz için kötülüklerini hepinizden daha iyi biliriz... Bu sebeple senden, onları bize iade etmeni istiyoruz... Hem onlar öyle sapıtmışlardır ki, huzuruna girdikleri vakit, sana bile secde etmezler... 

53 / 58

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!