Yaş Otuz Beş...
Efendimiz otuz beş yaşına geldiği zaman, ortaya çıkan büyük bir hâdise, O’nun ismini Kureyş içinde çok daha yüceltmişti...
Milâdi 605 senesinde Kâbe’nin tamiri çok önemli bir mesele hâlini almıştı... Kâbe seneler senesi harap olmuş durumdaydı... Yağan yağmurların meydana getirdiği seller, Kâbe’nin temellerinde geniş çatlaklar meydana getirmişti...
Hazreti İbrahim tarafından inşa edilen Kâbe bir adam boyunda idi ve dört duvardan ibaretti... Üstünde bir çatı da bulunmuyordu...
Bazı hırsızların girerek Kâbe içindeki kıymetli eşyaları çalmasından korkan Kureyş halkı, kaç defa onu tamir etmek istemişlerse de, el sürülemeyeceği endişesi ile bundan vazgeçmişlerdi.
Mübarek haneye girildiği zaman, kapıya bitişik olan yerde, sağ tarafta bir kuyu vardı...Kâbe’ye hediye edilen şeyler bu kuyunun altında muhafaza edilirdi...
Rivayete göre çok eskiden, Cürhüm’lülerden birisi şeytanın düzenine kanarak o kuyuya kavuşmak hevesiyle, bir fırsatını bulup gece vakti bir yılan gibi kuyuya süzülmüştü...
Fakat delikanlı bu hareketiyle kendine ettiğini fark etmiyordu... Kuyunun içindeki hazineyi kaçırayım derken, ansızın kuyu üzerine kaydı ve bu Cürhüm’lü delikanlı yapmak istediği kurnazlığa karşı canıyla cevap verdi...
Yine eski inanışlara göre bu hâdiselerden sonra, Kâbe’ye Allâh tarafından bir ejder, Kâbe muhafızı olarak gönderilmişti... Beyaz bedenli, başı ve kuyruğu siyah olan, kocaman bir kafası bulunan bu yılan, Kâbe’ye kim el uzatsa, derhâl dışarı doğru uzanır ağzını açarak korkunç tıslamalarda bulunurdu...
Bu yılan, güneşli günlerde Kâbe’nin duvarına çıkar, ve rengi uzaktan ateş gibi parlardı... Kazara birisi o tarafa yanaşırsa, kocaman ağzını açarak acayip sesler çıkarır, zehirli dişlerini gösterirdi... İşte bu yüzden de yıllar boyu Kâbe’ye ne hırsızlık, ne de tamir maksadıyla kimse yaklaşamazdı...
Kâbe sellerle iyiden iyiye harap olmuştu... Bazen sel suları Kâbe’nin içine kadar girer ve içerisini çakıl taşları ve balçıkla doldururdu. Bu sırada bir kadının ateş yakarken sıçrattığı kıvılcım, Kâbe’nin örtüsünün yanmasına ve bu arada kapılarının da fena hâlde yanarak harap olmasına yol açmıştı.
Tam bu sıralarda da şiddetli bir fırtına, Rum mühendislerinden Bakom’a ait bir gemiyi Cidde sahillerine atmış ve kıyıda parçalamıştı... Bu geminin yükü, yumuşak beyaz taş, tahta direk ve demirden ibaretti... Rum imparatoru bunları, Fars’lıların yakmış oldukları bir kilisenin tamiri için yollamaktaydı... Mısır’dan yüklenmiş Habeş’e gidiyordu...
Mekke’liler geminin Cidde’de parçalandığını haber alınca, Velid bin Mugıyre’yi Kureyş’ten bazı kimselerle birlikte Cidde’ye yolladılar... Bu heyet Rum mimar Bakom’dan gemi yükünü aldılar. Ve kendisini dahi Mekke’ye getirerek Kâbe’nin yapımı için yardımcı olmasını istediler...
Bundan sonra Mekke halkı hep birlikte Kâbe’nin yeniden inşası için taş ve gerekli maddeleri toplamaya koyuldular... Nihayet bütün gerekli olan malzemenin toplanması bitmiş ve Kâbe’nin çatlak duvarlarının yıkımına sıra gelmişti. Ancak içerdeki kuyuya yerleşmiş olan parlak yılana dokunmaya kimse cesaret edemiyordu... Bu yılan nasıl def edilecekti?..
Bir tesadüf(!) bu mesele de hâlloluverdi! Yılan bu günlerden birinde duvarın üzerinde güneşlenirken birdenbire peydah olan bir büyük kuş onu yakalayıp götürüvermişti...
Bu hâdise de Kureyşlilerce çok mesut bir şey olarak kutlandı...
Mahzum oğullarından Ebu Vehb harekete geçti ve;
− Ey duvarlar, sizin miadınız dolmuş, yenilerinin yapılma vakti gelmiştir; diyerek ilk kazmayı vurdu ve taşlardan birisini yerinden attı... Ancak bu atılan taş, havada dönmüş ve tekrar eski yerine düşmüştü!
Herkes bu hâdise karşısında şaşakaldı!
Bunun üzerine Velid bin Mugıyre ileri çıktı ve:
− Ey Kureyşliler, içinizde temiz olmayanlar, kazançları meşru olmayanlar bu inşaata yaklaşmasınlar.
Sonra ellerini semâya kaldırıp dua etti:
− Ey Rabbimiz, bu binayı rızan için tamir etmek istiyoruz... Lütfen bize yardım et...
Ve bundan sonra Kâbe’nin iki köşesi arasındaki taşları indirmeye başladı... Kureyş halkı ise yanaşmadılar... Velid birkaç taş daha indirdikten sonra bıraktı ve hepsi de dağıldılar... Kureyş halkı o gece Velid’i merakla izledi...
Acaba bir şey olacak, çarpılacak mıydı?..
Ertesi sabah Velid sapasağlam kalktı ve Kâbe’nin diğer taşlarını sökmeye başladı... Bunu gören diğer Kureyşliler de onunla birlikte yıkıma başladılar... Ve bu yıkım devam etti temele dek...
Temele geldikleri zaman diş şeklinde birbirlerine girmiş büyük zümrüt taşlar görüldü... Yıkımda çalışan Kureyşliler buna şaştılar... İçlerinden birisi elindeki küsküyü bu iki yeşil taşın ortasına sokup, onları sökmek için zorladı... Sallanmaya başlayıverdi bu hareketle birlikte bütün Mekke!
O Kureyşlinin zorlaması zelzeleye yol açmıştı... Bunun üzerine derhâl yıkım, kazma işlerine son verildi ve inşaatın bu taşlar üzerinden başlamasına karar verildi...
İbni İshak’ın kendisine bir Kureyşli tarafından rivayet edildiğini açıklayarak bildirdiğine göre:
Kâbe’nin yıkılan doğu köşesinde Hacerül Esved’in altında SÜRYANCA yazılı bir taş buldular... Yahudi âlimlerinden biri gelip bu yazıyı okuyuncaya kadar da kimse mânâsını anlayamadı... Yahudi âliminin okuyup tercüme ettiğine göre yazıda şöyle denilmekteydi:
“Ben, Bekke’nin (Mekke) sahibi olan Allâh’ım! O’nu, gökleri ve yeri yarattığım, Güneş’e ve Ay’a şekil verdiğim ve onları yedi felekle berkettiğim gün yarattım! Mekke’nin iki dağı (Halebi’ye göre karşılıklı olan Ebu Kubeys ile Kuaykıan dağları) ortadan kalkmadıkça, bunlar zeval bulmazlar... Mekke’nin suyu ve sütü Mekke’liler için mübarek kılınmıştır!”
Bir yazı da makâmı İbrahim’de buldular... Onda da:
“Mekke şehri ki: Onda Allâh’ın Beyti haramı bulunmaktadır; oraya üç yoldan rızık gelir... O’nun halkından ilkine bile dokunmak helal değildir.”
Sözleri yazılı idi...
İlk muhaddislerden Ma’mer bin Raşid’in El Camii’nde İmamı Zühri’den nakline göre:
Mekke’de bulunan taşın bir yüzünde, İbni İshak’ın rivayet ettiği ilk yazı vardı... Taşın ikinci yüzünde ise şu yazılı idi:
“Ben, Bekke’nin sahibi Allâh’ım! Rahmi yarattım! O benim ismimden ayrılmıştır... Kim onu birleştirirse, ben de onu birleştiririm. Kim onu koparırsa ben de onu koparırım!”
Taşın üçüncü yüzünde de şöyle deniliyordu:
“Ben, Bekke sahibi olan Allâh’ım! Hayrı ve şerri yarattım! İki eli hayırda olan kimseye ne mutlu! İki eli şerrde olan kimseye ne yazık!”