Sunu
Edebimin gereğidir ki...
Hazreti Rasûl AleyhisSelâm’ın “hayatını” yazmaktan âciz olduğumu itiraf ederek söze başlıyorum...
Kimsenin de, O muhteşem Zâtın “hayatını” yazacak kadar yakınlığı olduğunu düşünemiyorum!
Eteklerde dolaşan bizler, yüce zirveden akseden pırıltılardan değerlendirebildiklerimiz kadarını sayfalara döküp, sizlere nakletmeye çalışıyoruz...
“Âlemlere rahmet olarak” aramıza irsâl olmuş bir Zâtın “hayatını” yazmak elbette ki hiçbir insan için mümkün değildir... Velev ki, o kişinin ağzından çıkanı duyamayan bir kulağı; elinden çıkanı göremeyen bir gözü olsun!
Engin duygu, düşünce, idrak dünyasına sahip böylesine muazzam bir Zât hakkında yazı yazmak kadar zor bir şey düşünemiyorum... Ama yine de, O’na olan hizmet arzum, topal karıncanın Hac yoluna çıkması misali, bu konuda bir şeyler hazırlamaya zorladı bu fakîri...
1971 yılında, İstanbul’da yayınlanan “Bizim Anadolu” gazetesi okuyucularına bu konuda yararlı olma amacıyla kaleme aldığım bu metni, 23 yıl sonra, belki Rasûlullâh AleyhisSelâm Hazretlerinin şefaatine vesile olur, düşüncesiyle yayınlamaya karar verdim.
Birinci Kitap, Mekke dönemine ait bazı bilgileri size yansıtmaya çalışacak; ikinci kitap ise inşâAllâh Medine dönemini...
Umarım siz değerli okurlarım faydalanırsınız da, bir hayır duanıza vesile olur.
Bu vesile ile, bana göre çok önemli olan bir iki hususta da düşüncemi açıklamak isterim...
Efendimiz Muhammed Mustafa AleyhisSelâm, Allâh Azze ve Celle’nin bildirişiyle “ABD” ve “RASÛL”dür!
O’nun en yüce mertebesi de bu iki kelimenin anlamında gizlidir!
“HÛ”nun “ABD”ı ve “RASÛL”ü!
Zâtıyla, Zâtın hüviyetine kullukta olduğunun bilincine ermiş; ve bunun “RASÛL”lüğünü ifa eden Efendimiz!
Sonsuza dek, Zâtın Hüviyetine “ABD=Kulluk” hâlinde olduğu bilinciyle; ve bu bilincin insanlara ulaştırılması için “RASÛL”lük görevini ifa eden ZÂT hakkında bir şeyler yazmak!
Evet... Biz, O’nun hakkında sadece “ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” diyerek haddimizi aşmamaya çalışırız...
O büyük bir siyaset adamıydı... O büyük bir devlet adamıydı... O büyük bir önderdi... O büyük bir komutandı... O büyük bir toplumbilimci idi... gibi, varoluş ve görev ihtişamı yanında, son derece cüce kalan beşer değer yargılarıyla O’na bakmaktan Allâh’a sığınırım!
O, ALLÂH Hüviyetinin ABD’ı ve RASÛLÜ’dür! Görene, fark edene, anlayabilene!
Bu gerçeği fark edemeyene ise elbette siyasî, iktisadî, askerî dedikodusu kalır işin!
“HALİFETULLÂH” olan Muhammed Mustafa’yı görmekten âciz olanlar; kendileri gibi bildikleri için O Zâtı; kaç evlilik yaptığını dile getirerek akılları sıra O’nu gölgeleyeceklerdir!
Bilmezler mi, Güneş’e bulut ermez; ancak oluşturdukları bulutla yerdekileri o Güneş ışığından mahrum bırakırlar!
İnsanın en faal organı hangisi ise, beyni en çok hangi organı ile ilgili olarak çalışıyorsa; karşısındakinin de o organıyla ilgilenir!
Kısaca demişlerdir ki, “insanın fikri neyse, zikri de odur!”
Kur’ân nâzil olmadan önce, o toplulukta bir erkek sınırsız sayıda kadın alıp, sonra da bunları ölünce oğullarına miras bırakırken; Kur’ân-ı Kerîm’in bunu azami dörtle sınırlamasını ve bunun da ötesinde, zorunlu olmadıkça bir eşle yetinilmesini önerdiğini hangi dürüst ve samimi kişi inkâr edebilir?..
25 yaşında iken, 40 yaşında dul bir kadınla evlenen; 25 sene sadece onunla beraber olan; 50 yaşında iken 65 yaşındaki hanımla ömür süren bir Zâtın, kadına düşkünlüğünü hangi normal akıl sahibi öne sürebilir?..
Bâtınî- sırrî gerçekleri görecek fıtrattan mahrum isek; hiç değilse, apaçık ortadaki gerçeklerden perdelenmeyelim!
Varlığın özü, aslı, hakikati “ALLÂH”ı bildiren “RASÛL” oluşunu değerlendiremiyorsak; hiç olmazsa, ölüm ötesi ebedî yaşam saadetine kavuşmamıza vesile olma göreviyle gelen “RASÛL” oluşunun azametini fark edelim...
Fark edelim ki...
O yüce Zât, dünya saltanatı sürmek, din devleti kurmak, sosyal ya da iktisadî düzen getirmek, kısaca insanların dünyalarını mamûr etmek için gönderilmemiştir!
İnsanların ırkı, dili, rengi ne olursa olsun O’nun için hiç önemli değildir!
O’nun gözünde her insan bir değerdir...
Her insan, kendisi gibi Allâh’ın varlığıyla var olmuştur; ve ne yazık ki özündeki “ALLÂH”tan habersiz ya da perdeli olmanın azabını yaşamaktadır!
Her insan kısa bir süre sonra çok kısa olan bu dünya yaşamından ayrılacak, milyarlarca ve milyarlarca sene sürecek olan ebedî yaşam boyutuna geçecektir...
İyi ya da kötü dünya yaşamı rüyasından uyanıldıktan sonra aynı rüyaya bir daha da dönüş asla söz konusu olmayacaktır.
Öyle ise en önemli şey, rüyanın bitiminden sonraki ebedî hayattır!
Ölümle bitecek olan dünya rüyasından sonraki sonsuz yaşamın kazanılması ancak ve ancak bu dünyada kişinin yapabileceği bazı çalışmalara bağlıdır. Ya kişi bu dünya rüyası içinde bu çalışmaları yaparak kendisini geleceğin sonsuz azap ve sıkıntılarından kurtaracak; ya da bu hazırlığı yapmayıp sonuçlarına acı bir şekilde katlanacaktır!
Evet... Muhterem İnsan, en yüce vasfı “RASÛL”lüğüyle bize hakikatimiz olan “ALLÂH”ı tanıma kapısını açıyor; ölüm ötesi yaşama kendimizi hazırlamamızın yollarını öğretiyor...
“İNSAN İÇİN KENDİ ÇALIŞMASINDAN BAŞKA BİR ŞEY SÖZ KONUSU DEĞİLDİR!” hükmünün gereği olarak “yukarıda bir tanrı” anlayışıyla insanların kendilerini ateşe atmalarını önlemek amacıyla görev ifa eden “RASÛL”ü, bir rüya önderi gibi tanımlamak, sonuçta herkesi büyük hüsrana uğratacaktır!
Rüya olan dünya hayatının tüm bölünmeleri, ırk ya da mezhep ayırımları ölümle bir anda geçerliliğini yitirerek, bu yolda harcanan zamanların israf olduğunu bize idrak ettirecektir! Ne çare ki artık telâfisi olanaksızdır!
Öyle ise O yüce Zâtı aslî değerleriyle ve göreviyle idrak etmeyi Allâh bize kolaylaştırsın da, ALLÂH’a, RASÛLÜ’ne ve KURÂN’a iman noktasında bir araya gelip ölüm ötesi yaşamı kazanmayı birbirimize kolaylaştıralım.
Evet değerli okurlarım...
Allâh’ın Ahadiyetine iman etmek ve Muhammed Mustafa’nın “ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” oluşunu itiraf etmekten daha şerefli bir idrak olamaz...
Ben MUHAMMEDÎ’yim!
Bu şerefi bahşeden Allâh’a şükürden de âcizim...
AHMED HULÛSİ
13.9.1994
ANTALYA