Zor ve Para
Kureyş uluları bir gün gene Mescidül Haram’da toplanmış, Ebu Cehil’in başkanlığında bu meseleyi nasıl hâlledeceklerini konuşuyorlardı... İçlerinden birisi, Efendimiz AleyhisSelâm’ın derhâl öldürülmesini teklif etti. Buna karşılık orada hazır bulunan gençlerden bazıları da bu işi üzerlerine almayı kabul ettiler...
Bütün bu alınan kararları işiten Zeyd bin Harise derhâl onların yanlarından uzaklaşarak; doğruca Ebu Talib’in yanına vardı... Ve alınan kararı anlattı... Bunun üzerine Ebu Talib, Zeyd’e sordu:
− Yâ Zeyd, kardeşimoğlundan bir haber var mı? Nerede olduğunu biliyor musun şu anda O’nun? Zeyd de sahip olduğu bilgiyi nakletti…
− Evet yâ Ebu Talib... Biraz evvel kendisi ile beraberdim...
Bunun üzerine Ebu Talib Zeyd’e buyurdu:
− Derhâl O’nu bulup bana çağırıver!
Zeyd bu buyruk üzerine derhâl Safa tepesi arkasındaki evde Efendimiz’i ashabıyla sohbet ederken buldu ve bütün olup bitenleri kendisine anlattı... Ve amcasının kendisini çağırdığını bildirdi...
Efendimiz AleyhisSelâm bunun üzerine kalkıp doğruca amcasının yanına geldi...
Ve kendisine ne anlatacağını sordu... Ebu Talib hitap etti:
− Ey kardeşimoğlu hayrola hayırlı bir iş üzere miydin?
− Evet, ey amcam... Bazı arkadaşlarla hayırlı bir mevzuda konuşuyorduk...
Bunun üzerine Ebu Talib kendisinden istediğini bildirdi:
− Olanları öğrenmişsindir... Şimdi derhâl evine git ve benden sana ikinci bir haber ulaşana kadar sakın evinden çıkma...
Bunun üzerine Efendimiz AleyhisSelâm amcasının isteğini yerine getirerek evine gitti ve dışarı çıkmadı... Ertesi sabah erkenden Ebu Talib, bütün Haşim ve Muttalib oğulları yiğitlerine haber göndererek kılıçlarını ve diğer silahlarını almış bir hâlde kendisine gelmelerini söyledi...
Sabah daha erken saatlerde Haşim ve Muttalib oğullarının bütün yiğitleri Ebu Talib’in evinin önünde toplanmışlardı... Bundan sonra Ebu Talib yiğitlere şöyle emir verdi:
− Ben şimdi doğruca Mescidi Haram’a gideceğim... Siz de benim ardım sıra geleceksiniz...
Bu emri verdikten sonra Ebu Talib doğruca Efendimiz AleyhisSelâm’ın evine gitti; O’nu aldı ve berabarce Haremi Şerif’e geldiler... Haşim ve Muttalib oğullarının bütün yiğitleri orada kendisini bekliyorlardı. Onları da arkalarına alarak içeri girdiler...
İçeride Ebu Cehil ve Kureyş’in ileri gelenleri toplu bir hâlde oturmakta idiler... Ebu Talib doğruca onların yanına geldi ve hitap etti:
− Ey Kureyş ileri gelenleri! Şu anda burada olmamın sebebini biliyor musunuz?
− Hayır bilmiyoruz...
Şeklinde cevap verdiler oradakiler... Fakat gelen bu kalabalıktan oldukça korkmuşlardı...
Bunun üzerine Ebu Talib Zeyd’den duyduklarının hepsini teker teker anlattı ve yapacaklarından bilgi sahibi olduklarını ortaya koydu... Sonra da yanındaki delikanlılara dönerek:
− Çıkarın kılıçlarınızı!.. buyruğunu verdi.
Bir anda bütün yiğitler kılıçlarını çekerek saldırıya hazır vaziyete girdiler ve ikinci bir emir beklemeye koyuldular...
Bundan sonra Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine dönerek şöyle konuştu:
− Yemin ederim ki, Muhammed’i öldürecek olursanız, sizden bir tek kişiyi hayatta bırakmayız! Sizden tek biri dahi sağ kaldıkça kılıçlarımızı kınına sokmaz, son ferdimize kadar bu yolda savaşırız! Gayrı buna göre durumunuzu ayarlayın...
Bu son derece sert ihtar karşısında başta Ebu Cehil olmak üzere bütün müşriklerin ileri gelenleri apışıp kaldılar... Katiyen beklemedikleri bu tepki onların ellerini ayaklarını dolaştırmıştı birbirine... Hiçbirisi de bir tek kelime ile bile cevap veremedi, bu safhaya kadar gelen durum karşısında...
Ebu Talib bundan sonra sözlerine Efendimiz AleyhisSelâm’ı metheden ve müşriklerin ileri gelenlerinden bahsedip onları teker teker zemmeden kasidesini okudu... Bu kasidenin sonunda şöyle diyordu özetle Ebu Talib dinleyenlere:
− Ey Kureyşliler... Allâh’ın evine andolsun ki; sizler O’nu yalanlamakla aldanıyor, hevânıza kapılmış olarak kendinizi avutuyorsunuz! Muhammed için düşündüğünüz suikastı biz O’nun çevresinde pervaneler gibi dolaşıp kendimizi feda etmeden, gerçekleştirebilir misiniz sanıyorsunuz? Topumuz birden ölüp gitmedikçe, çoluk çocuğumuza ibret olup onlara bu davayı aksettirmedikçe ve onları ardımız sıra size karşı çıkacak hâle getirmedikçe, sanır mısınız O’nun davasını terk edelim?
Ve bu kasideyi okuduktan sonra Ebu Talib yanında Efendimiz AleyhisSelâm ve diğer yiğitleri olduğu hâlde oradan çıkıp dağıldılar... Kureyşli müşrikler böylece zorla da olsa bu işin hâlledilemeyeceğini anlamış oldular... Ancak bunu anlamak bir şeyi değiştirmiyordu... Zira ne pahasına olursa olsun, bu meselenin hâlli gerekiyordu onlara göre...
Bir gün Haremi Şerif’te kâfirler oturururken, Efendimiz AleyhisSelâm da oraya gelmiş ve tavaf etmeye başlamıştı. Bunun üzerine orada oturan müşrikler kalkıp tavaf etmekte olan Efendimiz AleyhisSelâm’ın yolunu kestiler... Yol kesenler arasında Velid bin Mugıyre, Umeyye bin Halef, Esved bin Muttalib ve As bin Vail gibi birçok Kureyş ileri gelenleri de bulunmakta idi...
Ve konuştular:
− Bak yâ Muhammed, sana bir teklifimiz var. Sana Mekke’nin en zengini olacak kadar mal, mülk ve para verelim... Ayrıca Mekke’den dilediğin kadınları seç, onları da sana verelim... Sen de bizim tanrılarımıza dil uzatmaktan vazgeç! Ha? Ne dersin?
Efendimiz AleyhisSelâm onların bu sözlerine karşı bir an cevap vermedi... Tebessüm etti... Az buldu verilenleri zannettiler ve ilave ettiler:
− Eğer kâfi gelmiyorsa, senin için de bizim için de hayırlı bir ilave teklifimiz daha var. O’nu da söyleyelim istersen?
− Sen bir gün bizim tanrılarımıza tapın; on gün de biz senin Rabbine ibadet edelim... Bir ay sen bizim tanrılarımıza tapın; bir sene biz senin Rabbine ibadet edelim... Böylece senin Rabbin bizimkinden hayırlı ise, biz seninkinden nasipleniriz... Yok eğer bizimki hayırlı ise, sen de ondan mahrum kalmamış olursun...
Bu istek üzerine Hz. Rasûl AleyhisSelâm:
− Sizin tekliflerinizin hiçbirisi için bende bir istek yoktur… Ben size mallarınızı almak, aranızda şeref ve şan kazanmak, başınıza önder, lider olmak için gelmedim… Allâh beni size Rasûl olarak gönderdi… Bana bir kitap inzâl etti… İyiliklerinizin karşılığı Cennet ile müjdeleyici, kötülüklerinizin karşılığı azapla uyarıcı olarak beni vazifelendirdi… Bu Allâh’ın emridir… Ben de bu emir üzerine vahyettiklerini size tebliğ ettim… Allâh aramızda hükmünü verinceye kadar bana sabretmek düşer… buyurdu.
Rasûlullâh AleyhisSelâm’ın bu cevabından sonra da şu âyetler nâzil oluverdi:
“De ki: “Bana Allâh’ın gayrına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz, ey cahiller!”Yemin ederim ki, sana ve senden öncekilere de şu vahyolundu: “Kesinlikle, eğer şirk koşarsan, mutlaka yaptıkların boşa gidecek; muhakkak hüsrana uğrayanlardan olacaksın!”Hayır, sadece Allâh’a kulluk et ve şükredenlerden ol (kul olma nimeti ne demektir bunu değerlendir)!” (39.Zümer: 64-66)
“De ki: “Ey hakikat bilgisini inkâr edenler! Sizin tapındığınıza ben tapınmam! Siz de benim ibadet ettiğime abidler (ibadet eden kullar) değilsiniz. Sizin tapındıklarınıza ben abid (ibadet eden kul) değilim. Siz de benim kulluk ettiğime abidler (kullar) değilsiniz. Sizin din (anlayışınız) size, benim din (anlayışım) banadır!” (109.Kâfirûn Sûresi)
Böylece Efendimiz AleyhisSelâm kendisine yukarıdaki teklifte bulunan kâfirlere Zümer Sûresinin üç âyeti ve Kâfirûn Sûresi ile cevap vermiş oluyordu. Bu teklif de tutarlı olmayınca müşrikler başka bir yol aramaya koyuldular... Ne yapalım diye yeni baştan düşünmeye başladılar...