“DİN”i, “taklit” yollu şartlanmaya dayalı kabul edip, yeterince gelişmemiş veritabanımızla ve dahi anlamadan kabul ettiğimiz için, sanıyoruz ki “gökteki tanrının yerdeki insanlar hakkında tek tek yaşantı fermannamesidir, yazgısıdır ‘kader’”!
Oysa, Allâh Rasûlü ve son Nebisi’nin “kader” adı altında açıkladıklarıyla, günümüz biliminin tespitlerini bir arada incelerseniz görürsünüz ki, ikisi de aynı Evrensel Gerçeği dillendirmektedir iki ayrı yoldan.
“Kader” konusunun, geçmişte yaşayanlarda açıklık kazanamamasının sebebi, madde-mânâ ikileminden kurtulamayıp, her şeyi bu ikilik içinde değerlendirip, Mevlâna Celâleddin’in tâbiriyle “şaşı bakıp, biri iki görmeleri”dir.
Oysa çeşitli mertebeler veya âlemler gerçekte TEK BİR âlemdir! Algılanması istenilişine ve de özelliğine GÖRE, detayların fark ettirilmesi amacıyla, değişik isimlerle adlandırılmışlardır.
Beyin, veritabanını oluştururken, bebeklikten itibaren bunu yoğun olarak göz ve kulak yoluyla aldıkları üzerine inşa eder ve buna göre düşünmeye başlar. Bu kanallardan beyne giren veriler ise otomatik olarak madde-mânâ ayrımını oluşturur. Beyin eğer ileriki yaşlarda yeterli ilimle veritabanını genişletirse, düşünürken, madde-mânâ ayrımından arınarak, tek bir bütünsellik içinde verilerini değerlendirir. Yani, ilim, beyne yeni bir çoklu boyutsallık kazandırır değerlendirmeleri için. (Beyin nereden alıyor, bu başka yazı konusu.)
Çok katmanlı veya çok boyutlu veya evren içre evrenler veya paralel evrenler kavramları, hep beynin algılama düşünme sistemini terbiye edememekten, diğer bir deyişle, beynin veritabanının yeterince kapsamlı olmamasından kaynaklanan kabul edişlerdir. Oysa gerçek, TEK bir bölünmez, cüzlere ayrılmaz, algılayana göre çok boyutlu, derinlikli, tek kare resimden başka bir şey değildir!
Esmâ ül Hüsnâ’nın çokluğu nasıl Esmâ mertebesinin TEK’liğine ters değilse; aynı mertebedeki aynı TEK yapının, değişik özelliklerine işaret ediyorsa…
Lâhut âlemi, Ceberût âlemi, Melekût âlemi ve Nâsut âlemi de hep aynı TEK âlemdir!
Zât âlemi, Esmâ âlemi, Efâl âlemi dahi aynı TEK’ten söz etmektedir.
Tıpkı nefs, kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ isimleriyle işaret edilenin aslında aynı TEK yapı olup, algılayan veya hissedenin kavrayış mertebesine göre farklılık arz etmesi gibi…
Tıpkı insan bedeninde hücresel katman, moleküler katman, proton-elektron katman, kuarksal katman, fotonik katman bilinçlerinin var oluşu gibi!
Eğer bu iyi anlaşılırsa, tüm varlıkta TEK bir İLİM, TEK bir İRADE, TEK bir KUDRET ve bunların işlevinin oluşumu sonucu “çok boyutlu TEK bir kare resim” (Efâl âlemi) var olduğu da rahatlıkla fark edilebilir! Dolayısıyla da “Her an yeni bir şanda Olan” dışında hiçbir şey “var” olmadığı müşahede edilebilir.
Beyni gözüne esir olmuş, duyduğunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamayanların, bilim dünyasının getirisi olan gerçeklerden de mahrumiyeti, “iki ayrı yapı var” sanısı içinde yaşamaktan başka bir sonuç oluşturmaz! Çünkü ne mecazları deşifre çabasına giriyorlar ne de bilimsel tespitleri değerlendirebiliyorlar!
Varlığı, “madde ve mânâ” diye iki ayrı yapı sanan çağdışı anlayıştakiler, “TEK”illiği de kavrayamadıkları için, hâlâ materyalist felsefeye dayalı “cüz-küll” yanılgısı içinde “çift”likte dolanıp durmaktadırlar. Olayın ne olduğunu anlamadıkları için de “cebriye”den söz etmektedirler; içine düştükleri “ŞİRK”in farkında olmaksızın!.. Sanki “bir cebreden bir de cebrolunan” varmışçasına!..
Belki bilim güneşinin batıdan doğup tümüyle Dünya’yı aydınlattığı günde de “TEK”illik kavranacak, “cüz-küll”, “cebreden-cebrolunan (zorlayan-zorlanan) ikiliğinin” hiçbir zaman var olmadığı fark edilecek, “DİN”in gerçeği kavranacak ve Allâh Rasûlü ve son Nebisi’nin hakkı teslim edilecektir! Biz göremesek de!..
Evet, gelelim “Âmentü”müzdeki “Kadere iman” konusuna…