Musa (aleyhisselâm)’ın vârisi olanlar -ki bugün de Musa’nın vârisleri vardır- kendilerinde “tenzih” görüşü ağır basan velîlerdir!..
Eğer bugün bir velî; “Allâh görülmez, Allâh’ın vechini görmek mümkün değildir, ben bu kişiyim, Allâh ötelerdedir”; diyorsa, o Musa ümmetindendir; yani o anlayışı paylaşanlardandır; adı, Ahmet, Hasan, Hüseyin de olsa... Kelimeyi, ismi, tarifi kaldırın, esas mânâyı fark edin!
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın vârisi, Allâh’ı göstermeyi meslek edinir; görme istidadı olanlara!..
Çünkü kendisine o ilmi ve hâli miras bırakan, zaten o iş için vardı; ve esas görevi olarak onu yerine getiriyordu!.. Zaten kendisine bıraktığı miras da oydu!.. Sen ev sahibiysen, oğluna ev bırakırsın!.. Evlattaki miras, babanın servetinin aynasıdır!..
Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın zamanımızdaki vârisleri, çevresindekileri, “göremezsiniz” hükmünden yetiştirir!..
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın vârisleri de “Hâlâ göremiyor musunuz?” diyerek, “görmek” esası üzere yetiştirir!..
Ancak ne var ki, bunlar hep ehli tarafından bilinen hususlardır!..
Eğer ehli isen, kişinin hâline, fiiline baktığın zaman, kimin, neyin vârisi olduğunu, nereden feyz aldığını, ilminin hangi mertebeden kaynaklandığını bilirsin!
Her velî, bir Nebi’nin feyz aldığı ağırlıklı isimden, getirdiği hakikatten feyz alır!.. Kimi Âdem’den, kimi Nuh’dan, kimi İbrahim’den, kimi Musa’dan, kimi de İsa’dan alır; selâm olsun hepsine!.. İlimleri ve hâlleri, farklı farklıdır.
“Allâh (insanın hakikati olan Esmâ mertebesi) dilediği kimseyi kendi nûruna (kendi hakikati ilmine) erdirir!” (24.Nûr: 35)
Yani; dilediğine, Allâh nûru ile hidâyet eder, dilediği yerde kendisini ona tanıtır.
“Nerede olursanız O sizinle (hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ’sıyla varolması sonucu) beraberdir!” (57.Hadiyd: 4)
Düşünün... Yatakta, odada, fabrikada, şurada-burada, aklına gelen her yerde, nerede olursan ol, “nefs”inin bir an olsun senden ayrılması var mı?.. Yok... Tümüyle örtülü olmasına rağmen, o nefs sende, seninle mevcut!..
“...Bilincin bu aşamada, yaptıklarının sonucunun ne olduğunu görmeye yeterlidir.” (17.İsra’: 14 ) diyor, âyette...
Kendi “nefs”inize hesap vereceksiniz!..
Zaten sen o “nefs” dediğin yapıya, yani “vicdan”ına hesap vermekle Allâh’a hesap vermiş olacaksın!..
Ne var ki senin “nefs” kelimesinden anladığın, başka bir şey olduğu için, meselenin gerçeğinden sapmış, uzaklaşmışsın!..
İşte bu noktaya gelirsen, eğer bu gerçekler açılırsa, bu keşifler oluşup, basîretindeki bu perdeler kalkarsa, o zaman:
“... ‘Allâh’ de, sonra bırak onları daldıklarında oynayıp dursunlar!” (6.En’am: 91)
Âyetinin sırrına erersin!..
Yani, “Allâh de sonra bırak...” derken, hiçbir şey yapma, boş dur, değil burada anlatılmak istenen!..
Varlıkta her an O’nu seyretmeye başla!.. Artık, isimlerle, kişilerle uğraşma!.. Ahmet yaptı, Hasan yaptı, kızım, oğlum yaptı gibi vesaireyi bırak!.. Allâh de, seyre başla...
Artık, yorumu, yargılamayı bırak!.. Çünkü yorumuna kaynak olan şartlanmalarının oluşturduğu değer yargıları, hep sendeki kişilik özelliklerindendir!.. Ya huylarına göre, ya şartlanmalarına göre, ya da âdetlere göre hüküm vereceksin; başka türlü değil!.. Ama bütün bu hâllerden kurtulup, “Allâh’ın vechi”ni görmek istiyorsan, “Allâh de, ötesini bırak”!..
Ve sana açıklık getiriyor bu konuda da âyet:
“...Muhakkak ki Allâh dilediğini yapar.” (22.Hac: 18)
Kim?..
Allâh, dilediğini yapar!..
Nerede, dilediğini yapar?..
Yukarıda, ötende oturup da mı dilediğini yapıyor?..
Hayır!..
Bak, dikkat etsene; nerede yapmada dilediklerini?..
“Nefslerinizde mevcut, görmüyor musunuz..?” diyor.
İşte “nefs” adı altında dilediğini yapıyor!.. Ama, her “nefs” için, yaptığının neticesine erişmek de mukadder, hüküm!..
O da kendi hükmü, iradesi yine!..
“Nefs”, eğer kendini örtme hükmü ile gelmişse; şartlanmalara, duygulara, huylara yönelik fiiller ortaya koyarsa, onların neticesi meydana gelir.
“Nefs”, kendini bunlardan arındırıp, paklarsa, tezkiye ederse, onun neticesi oluşur.
Ne diyor âyette:
“Kad efleha men zekkâha”
“Gerçekten onu (bilincini) arındıran kurtulmuştur.” (91.Şems: 9)
“Nefs”in ne yaparsa ne olacağını da âyette anlatıyor;
“Onlar ki, salâtı (Allâh’a yöneliş ile mi’râcı yaşama) ikame ederler ve arınıp saflaşmak için varlıklarından verirler; işte onlar ölümsüz geleceklerine kesin yakîn elde etmişlerdir.” (27.Neml:3)
Yani, “nefs”in kendini tanıması hâlini sağlayan; “nefs”in şuurunu-ilmini örten beden, şartlanmalar ve huylar gibi üç kabuktan kendini arındırıp, paklandıran; orijinal hâliyle “nefs”ini tanıyan kurtuluşa erdi!..
Bunun dışındakiler?..
“Nefs”ini tanıyamamanın getireceği azaplara kendilerini, kendi elleriyle attılar. Çünkü, “Nefs” için orijini itibarıyla ne azap, ne üzüntü, ne sıkıntı, ne nimet vardır!..
İyi anlayın!..
“Nefs”in orijinal hâli için bunların hiçbiri bahis mevzu değildir!.. Yaşamın ne zevk, nimet yanı “nefs” için söz konusu!.. Ne de azap, sıkıntı yanı mevcut!.. Fakat “nefs”, bu perdeli hâlle yaşarsa, bu şekilde yaşadığı beden, varlık azap çekecektir; veya aksine zevki yaşayacaktır.