İşte burası daha evvelce, çeşitli zamanlarda sorulmuş olan sualle ilgili...
Peki!.. Hak, cennete gider mi?..
Mâdemki “Hakk”tan gayrı bir şey yok, “Hakk”ın cenneti olur mu?..
Hak cehenneme gidip de yanar mı?..
Hak için bu gibi olaylar ve kavramlar geçersizdir!..
Zâtı veya Esmâsı yönünden böyle bir olay mümkün değildir!..
Cennet ve cehennem kavramlarının sonuçları, Esmâ terkipleri olan yaratılmışlar için geçerlidir!..
Evet, şimdi bir aşama daha ileri götürüyor açıklamasıyla Hz. Rasûlullâh bizi:
“Rabbimi genç bir delikanlı sûretinde gördüm!”...
Delikanlılık, insan bedeninin en olgun, en kemâle çıkmış zirve hâlidir. O delikanlılık devresinden sonra, beden tükenişe geçer. Sıfır yaştan 18-20 yaşına kadar olan devrede tam zirveye erişilir; ondan sonra hücreler yıkılmaya başlar!.. Yıkılış tabii daha ağır gidiyor, onun için bedenin yaşamı daha değişik oluyor.
Şimdi, görülen o kemâl sûret, Rabbin sûrete bürünmüş hâli... O sûrete bürünmüş hâlinde ben “Rabbimi” gördüm demektir. En güzel hâlinde gördüm demektir.
Burada Rabbim dediği, nefsidir; ama birimsel bedenin “nefs”i değil; mutlak mânâda “nefs”i!.. Yani, “Nefs-i küll” denilen...
Peki, kendi nefsi ile karşısındaki nefsi aslında aynı şey değil mi; “Nefs” mertebesinde?..
Dikkatinizi çekiyorum!..
“Nefs” mertebesinde “Nefs”, Tek’tir!..
Nevzad’ın nefsi, Hulûsi’nin nefsi, vs. diye ayrı ayrı nefsler yoktur, gerçekte!.. Ayrı ayrı nefsler söz konusu değildir hakikatte!..
“Nefs” boyutuna geldiğin zaman “nefs” Tek’tir!..
İşte bu sebepledir ki, “Rabbimi gördüm” sözü, “Nefsimi gördüm” gibidir!.. Ve bu konuya daha da açıklık getiriyor, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem “Rabbimi gördüm” derken...
Bir başka zaman da buyuruyor ki Rasûlullâh (aleyhisselâm):
“Beni gören Hakk’ı görmüştür!..”
Tabii, perdeli olanlar, Musa ümmetinin meşrebinde olanlar, “Beni gören, Hak sözü söyleyen kişiyi görmüştür” diye bunu tevil ederek; uzaklaştırıyorlar gerçeği arayanları, hedeflerinden...
Aslında mesele gayet açık!..
“Beni gören Hakk’ı görmüştür” diyor.
Neden?..
Çünkü, “Beni gören Hakk’ı görmüştür” derken; kendisi, “nefs”ini tanımış; her türlü huylardan, şartlanmalardan, kendini beden olarak sanma hâlinden arınmış; “nefsi” ile “vicdanı” ile yaşamaya başlamış; dolayısıyla da “Beni gören Hakk’ı görmüştür” diyor!..
“NEFS” olarak kendini tanıyan için, beden hiçbir şey ifade etmiyorsa, o, Hz. İsa (aleyhisselâm)gibi “Benim bedenime dilediğinizi yapınız!..” der!.. “Bedene yapılan hiçbir şey beni ilgilendirmez” der!.. Bedenden kopukluğunu yaşar. “Sizin huylarınız, âdetleriniz, örfleriniz, ananeleriniz, değer yargılarınız bilinç boyutunda değersizdir” der ve ilave eder İsa (a.s.) gibi:
“Bunlar insanca düşüncelerdir”!..
Bilinç, bu mertebede kendini tanıdığı zaman, “nefs” olarak özüne ermiştir!..
Ama sen, gene de O’na insanca bakarsan; beşer duyularıyla O’na bakarsan, orada sadece o sûreti görürsün!.. Ama basîretinle bakarsan, orada Hak, sana açık açık yüzünü göstermektedir. Ötede değil, karşında!..
“Beni gören Hakk’ı görmüştür” diyor. Eğer göremiyorsan... Eee... O zaman;
“Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)!” (17.İsra’: 72) diyor, âyet...
Dünya yaşamında “nefs”ini tanıyamamışsan; basîretin gereklerini yerine getirememişsen, hakikate karşı bu dünyada âmâ oluşun gibi, öldükten sonraki yaşamında da âmâ olarak kalırsın!..
İşte bu, zâhiri gören gözlerin körlüğü değil, Hakk’ı görecek basîretinin kör olmasıdır, deniyor ve ilave ediliyor:
“Her ne hâl üzere yaşarsanız, o hâl ile ölürsünüz ve ne hâl ile ölürseniz o hâl ile dirilirsiniz.”
Yani, bütün yaşamın bu körlükle geçecek; son anda sana birisi hokkabaz değneği ile dokunacak, bir anda senin gözün açılacak; böyle bir olay yok!..
Yaşamın körlük üzere gitmişse, ölümün de körlük üzeredir!.. Ondan sonraki yaşamın da tamamen kör olarak gider. Kör, sağır, şaşkın olarak ortalıkta dolaşırsın. Bugün dolaşanlar gibi...
Eğer bugünden gözün açılıyorsa, basîretin açılıyorsa, o zaman bugünden ayıksındır, uyku hükmü senin için bitmiştir. Ve bugünden itibaren de, Hakk’ı ve hakikati görmeye başlarsın.
Şimdi burada iki âyet daha var, onları da ilave edelim:
“Allâh dilediğini kendine seçer...” (42.Şûrâ: 13)
Diğer bir âyette:
“...Hareket eden hiçbir canlı yoktur ki onun ‘Bi’nasiyesinde (alnında-beyninde var olarak/beyninden) tutmuş olmasın (Fâtır’ın beyni programlaması)...” (11.Hûd: 56) diyor.
Rubûbiyet mertebesinden kasıt “nefs” olduğuna göre, her varlık üzerinde tasarruf hükmü, hüküm icra eden “nefs”tir.
Ama “nefs”, her birimde, bürünmüş olduğu ya huylar istikametinde o fiili meydana getirir, ya şartlanmalar doğrultusunda meydana getirir, ya bedenin istek ve arzuları istikametinde meydana getirir.
Neticede, her beden üzerinde, insan olsun, hayvan olsun, ne olursa olsun, hükmünü icra eden, “nefs”tir!.. “Nefs” mertebesidir.
“Allâh dilediğini kendine seçer...” diyor âyet...
Artık “Allâh” isminin mânâsını sen nasıl anlıyorsan, dilediğini kendine seçmesini de ona uygun bir şekilde anlarsın!..
Sonuç olarak;
Hakikat, dünyada yaşanırken yaşanacak bir olaydır!..