Meâlindeki âyeti okudu... Sonra da bir yumrukla onu Efendimiz AleyhisSelâm’ın yanından uzaklaştırıp ridayı çözdü...
Efendimiz AleyhisSelâm’a yapılan bu aşırı eziyetlerin yanı sıra; Müslüman olan bilhassa gençler ile kölelere akılların alamayacağı işkenceler, zulümler yapılıyor; onlar bu şekilde müslümanlıktan vazgeçsin isteniyordu...
Buna karşılık Allâhû Teâlâ nâzil ettiği âyetlerinde Mekkeli müşriklerin bütün iç yüzlerini ortaya koyuyordu... Bunlarda en orijinallerinden birisi de şu idi:
Velid bin Mugıyre bilindiği gibi müşriklerin en azılılarından biri idi... Bu azgınlığını iyice arttırınca Allâhû Teâlâ onu şu âyetleriyle rezil etti:
“UYMA! Çokça yemin eden (Allâh’tan ve Sünnetullâh’tan kozalı olduğu için) basit, düşüncesiz her kişiye; alaycı, ayıplayan, laf taşıyan; durmadan (hakikatin) yaşanılmasına engel olan, haddi aşan suçlulara; tutucu cahile, üstelik (zenim)inkârıyla damgalıya! Zengin ve oğulları var diye mi (ona uyacaksın)!” (68.Kalem: 10-14)
“Hayır (iş sandığı gibi değil)! Andolsun ki eğer vazgeçmezse, elbette onu alnından (beyninden) şiddetle tutup sürükleriz!” (96.‘Alak: 15)
Kureyş halkı arasında “ZENİM” lakabıyla tanınan Velid bin Mugıyre idi... Kulağı kesik mânâsına geliyordu bu tâbir. Babası onu 18 yaşında iken oğul almıştı.
İbni Abbas (r.a.) bu meseleyi şöyle anlatırdı:
Cenâb-ı Hakk’ın bu adamdaki ayıpları teşhir ettiği kadar, hiçbir kimseyi vasıflandırmadığını biliyoruz... Allâhû Teâlâ ona öyle bir ad takmıştır ki, artık ondan ebediyen ayrılmaz...
Velid’in anası, ona, gayrı meşru bir şekilde sahip olmuştu... Bu âyetin inzâline kadar hiç kimse durumu bilmiyordu...
Velid bu âyeti işitince doğruca o sırada iyice yaşlanmış olan anasının yanına koşmuştu... Anasına kılıcını çekerek şöyle konuşmuştu:
− Muhammed beni on sıfatla teşhir etti bütün Kureyş’te... Bunlardan dokuzunu ben kendimde buldum... Fakat “ZENİM” olduğum hakkında hiçbir bilgim yoktur... Bana hakikati olduğu gibi söylersen ne âlâ... Aksi hâlde, şuracıkta boynunu vuracağım...
Anası Velid’e şu cevabı verdi:
− Sus! Hakikati sana açıklayacağım... Eğer ben yaptığım işte, sana faydalı oldumsa ne iyi; olmadımsa, bana istediğin cezayı ver... Oğlum, senin baban zengin bir insandı, fakat cinsi münasebet için kudreti yok idi... Bu yüzden o ölünce malı başkalarının eline geçecek diye korktum... Artık bu sebeple de evime bir çobanı davet ettim... O da icabet etti... Şimdi sen söyle, o mallar başkasına geçse daha mı iyi idi?..
Velid bu sözler karşısında susup kaldı... Efendimiz AleyhisSelâm ise bir mucizeye daha sahip olmuştu...
Ne var ki bütün mucizelere rağmen, kulakları sağır, gözleri kör, kalbleri mühürlenmiş olan kimseler bir türlü İslâmiyete yaklaşamıyorlardı...
Burada bir de müslüman olan fakirler ile kölelere yapılan eziyetler bahsi vardır...
Bilhassa müslüman olan kölelere öylesine vahşice eziyetler yapılmıştır ki, hiçbir insan vicdanı bu eziyetleri değil yapmayı, seyretmeye, dinlemeye dahi tahammül edemez... Bu muhterem zevâtın uğradıkları vahşi işkenceler o kadar korkunçtur ki, biz burada yazacak kuvveti kendimizde bulamıyoruz...
Ancak, İslâm’ın, işkence ile dininden döndürülmek istenirken ölen ilk şehîdleri olan erkeklerden Ammar bin Yasir, kadınlardan da onun hanımı Sümeyye Hatun önünde hürmetle eğilir, okurlarımızdan ruhlarına birer Fâtiha dileriz...
Keza suçu (!) “Allâh” demekten başka bir şey olmadığı için öldürülen bütün müslümanlar için de...
Bu ana ile babanın oğulları Ammar da korkunç işkencelere uğratılıyordu... Bir defasında, ki anne ve babasının şehîd edilişinden sonra idi... Efendimiz AleyhisSelâm’a durumu anlatmış ve;
“Böylesine ağır işkence altında bazen ne söylediğimi bilemeyecek hâle geliyorum... Onlara kendilerine uyduğumu söylesem suç olur mu?” diye sormuştu...
Ammar’ın böylesine güç durumda olduğunu nazarı dikkate alan Efendimiz AleyhisSelâm da:
“Bütün kalbinle Allâh’a ve Rasûlüne inanır bir hâlde iken onlara böyle söyleyebilirsin…” diyerek izin vermişti...
Bir gün gene Mekkeli müslim olmayanlar Ammar’ı tutmuş işkence ediyorlar bir yandan da konuşuyorlardı:
− Bizim tanrılarımıza dönmedikçe asla serbest bırakmayalım...
− Evet, bu defa artık elimizden kurtulmamalı...
− Yâ Ammar, ya dininden döner, tekrar bizim tanrılarımıza tapınırsın, ya da seni öldürürüz...
Ammar’a bu işkenceler yapılırken, çevrede birkaç çocukla, büyük onu seyrediyordu... Ammar elinde olmaksızın konuştu işkencenin şiddetinden:
− Tanrılarınıza inanıyorum!
Ammar’ın bu sözlerini iştenler doğruca Efendimiz AleyhisSelâm’ın yanına koşup haber ulaştırdılar...
− Ammar dininden çıktı yâ Rasûlullâh! Müşriklerin dediklerini söyledi...
Efendimiz AleyhisSelâm’a Ammar’ın durumu malûm idi...
− Hayır, Ammar dininden dönmez!.. diye buyurdu...
Az sonra serbest bırakılan Ammar koşa koşa Efendimiz AleyhisSelâm’ın huzuruna dâhil oldu...
− Yâ Rasûlullâh, Ammar kâfir oldu; dediklerini yaptı onların! diye hâlinden yakındı... Efendimiz AleyhisSelâm meseleyi bilmiyormuş gibi sordu:
− Neden yâ Ammar?
− Ammar, Lât ve Uzza’nın senin dininden daha hayırlı olduğunu söyledi, yâ Rasûlullâh...
− Peki sen bunu isteyerek mi, kalbinle mi söyledin yâ Ammar?
− Bana zorla, işkenceyle söylettiler, yâ Rasûlullâh!
− Peki kalbin ne âlemdeydi o zaman?
− Allâh ve Rasûlünün muhabbeti ile dolu idi, yâ Rasûlullâh!
− Bunda sana vebal yok, yâ Ammar! Sen iyi bir müslimsin... Gene sana öyle yaparlarsa, sen gene onların dediğini söyle ve kurtul ellerinden...
Ve bu hâdiseden sonra Allâhû Teâlâ şu âyeti kerîmeyi nâzil etti:
“Kalbi imanla mutmain olduğu hâlde, (küfre) zorlanan hariç, kim imanından sonra Allâh’a küfrederse ve küfre sînesini açar ise, işte Allâh gazabı onun üzerinedir! Kendilerine çok büyük azap vardır.” (16.Nahl: 106)
Efendimiz AleyhisSelâm, Ammar’ı çok severdi. Bir defasında:
“Cennet, ashabımdan üç kişiyi özler: Âli, Ammar ve Bilâl...” buyurmuştu...