Sayfayı Yazdır

Yaratılmışta 'Acz' Vardır!

Sizlerin çektiğiniz tespihlerden biri:

“LÂ HAVLE VE LÂ KUVVETE İLLÂ BİLLÂH”...

Bu, şu demek: “Kuvvet ve kudret sahibi olan sadece Allâh’tır”!

İşin mikro planına baktığımızda, virüsler, bakteriler boyutuna; bunlar birbirlerini yiyorlar. Güçlü, güçsüzü yiyor!

Biraz daha büyüklerine bakıyorsun, karıncalar boyutunda da güçlü olan güçsüzünü yiyor...

Biraz daha büyük boyuta gidiyorsun... Güçlü olan aslan, güçsüz olan ceylanı parçalayıp yiyor. Timsah ne bulursa gücü nispetinde, yakaladığını parçalayıp yiyor.

İnsan da kendinden güçsüzünü yakalayıp, parçalayıp yiyor! Balık, kuş ya da koyun fark etmiyor!

Her bir güçlü, güçsüzü yiyor!.. Ama o güçlü de, kendisinden daha bir güçlünün yanında güçsüz kalıyor.

Güç denen, kudret denen şey, yaratılmışlarda hep göresel, izafîdir. Bir varlığa göre güçlü olan, başka bir varlığa göre âciz durumundadır.

Yaradılmışlardaki güç, kuvvet ve kudret izafî ve geçici! Ama sonuçta, tüm yaradılmışlarda ortak olan vasıf “ACZ”dir.

Her ne kadar, biri diğerine göre güçlü gibi gözüküyorsa da, Allâh, bir birimde güç, kuvvet ve kudret izhar ettiği içindir ki, o birim güçlü gibi gözükür...

Bir diğer varlığa göre, Allâh kudret izhar ettiği içindir ki bir birim, kudretli ve güçlüdür.

Hâlbuki kendisinden daha kudretli olanın yanında ise âciz durumda!

Yaratılmışların tümü, istisnasız olarak hakikat itibarıyla “ACZ” ile mâluldür.

Kendisinde izhar olunan kudret geçici, acz ise bâkîdir!

Mutlak kudret ve kuvvet yalnızca yaradan Allâh’a aittir!

İşte yukarıdaki tespihte bunu anlayıp, bunu idrak edeceğiz. Bunu düşünüp, bunu hissedip, diyeceğiz ki:

“Gerçek kudret ve kuvvet sahibi sadece Yaratıcıdır. Varlıklar da, Yaratıcının gücünü izhar ettiği zaman güçlüdür. Ama o güçlü de başka bir kudret izharına karşı güçsüz durumdadır. Dolayısıyla, bütün yaratılmışlar acz ile vasıflanmıştır.”

Bunu iyi idrak etmek lazım!

Bir kişinin bu gerçeği idrak etmesi demek, o kişide artık kendini büyük görme, böbürlenme, gururlanma gibi hâllerin kalkmış olması demektir.

Artık o kişi, izhar olan kudretin yanında, gerçekte acz içinde olduğunun idraki içindedir.

Acz içinde olduğunu idrak edende büyüklenme, böbürlenme, gururlanma olmaz! Kendini bir başka varlığa karşı büyük görmez!

Kendinde bir varlık görememenin; kendisinin acz içinde olduğunu görmenin sonucu, kendisindeki kemâl sıfatlarının Allâh’a ait olduğu müşahedesini getirir...

Kendindeki kemâl sıfatlarının zuhuru “ADN” denen cenneti doğurur. Onun içindir ki;

Rasûlullâh (s.a.v.):

“Kendini büyük görenler, kibirlenenler Adn cennetine giremez!” buyurmuştur.

Bu hadisin mânâsını, kendisinde bir varlık, kuvvet ve kudret gören “şirki hafî” ehli bunu anlayamaz! Varlığındaki ilâhî sıfatlardan gelen büyüklüğü müşahede edemez! Onun sonucunu da elbette ki yaşayamaz!

“Adn” cenneti yaşamı, ilâhî sıfatların birimden zuhuru ile yaşanan hâl demektir. Kendini diğer varlıklardan daha güçlü, daha kudretli olarak gören birim, Allâh’ın sıfatlarını nefsanî sıfatlarıyla örtme durumundadır ki; ilâhî sıfatları örtme durumunun adı da “küfür”dür! Neticesi de, o izhar ettiği şeyin hakikatini yaşayamamaktır.

Öyleyse bir kişi, bu anlatılan idrak kendisinde ortaya çıktığı ve hazmettiği zaman;

“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demiş olur!

“Adn”; cennetlerden birinin adıdır. Sıfat cennetidir...

İlâhî sıfatların kişiden zuhuru hâlinde, yaşanılanların adıdır.

“Havl” kelimesi de kuvvet anlamınadır. Türkçeye “kuvvet” olarak çevirebiliriz. Yani, herhangi bir kuvvetin, birimin kendisinden izharı ile açığa çıkan ahvâl...

 

Antalya, 4 Ekim 1996

11 / 76

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!