"Oku"dunuz mu?
Şimdi sorsam ki ben... “Hiç içinizde Kur’ân okuyan var mı?” diye;
Belki pek çoğunuz elinizi kaldıracak “Ben okudum” diyeceksiniz.
Ama, okuduğunuzun mânâsına kaç kişi eriyor?
Kurân’ı OKUmak demek; onun mânâsını, ne dediğini, anlamak demektir.
Ramazan geliyor, efendim mukabeleler yapılacak, karşı karşıya oturacaklar, birisi okuyacak, ötekiler de kâğıt üzerinden harfleri sıralayacak... Sonra da “Hatim yaptık” diyecekler!!!
Bu, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Onun tamamını hatmedeceğine, bir sayfasını anlayarak oku, evlâdır. Çünkü Kur’ân, “Siz anlayasınız” diye gelmiştir.
Düşünün ki, yeni bir araba ithal ettik. Diyelim ki, halkın kabul ettiği güzel araba nedir? Mercedes 500 veya Mercedes 600...
Araba geldi, kapının önüne konuldu. Bu arada bize Almanca kataloğunu verdiler, tabii ki araba Alman malı olduğu için... “Okuyup, kullanın” dediler.
Biz de aldık Almanca kataloğu, okuduk. O kadar iyi okuduk ki, ezberledik! Kullanmak üzere arabanın başına geldik.
Orada düğmeler var. Artık böyle anahtar devri geçmiş! Düğmeye basacaksın ki, araba çalışsın. Ortada yazı yok! Katalog da Almanca!
Ben Almanca bilmiyorum!.. Kataloğu ezberledim; baştan sona, ezbere biliyorum ama ezberlediğimin anlamını bilmediğim için arabayı çalıştıramıyorum. Bir düğmeye bastım; “bip biip” dedi. Ne oluyor diye şaşırdım kaldım.
Arabayı kaldırıma çok yakın park etmişler. Arabanın yanında yan sensörler var. Bu yan sensörler, otuz santimden fazla araba yaklaşırsa kenara, uyarı veriyor. Ya da park edeceğin zaman, öndeki mesafe elli santimden aşağı düşmüşse hem sesli hem görüntülü uyarı veriyor; “Öne fazla yaklaştın” diye.
Başka bir düğmeye bastım. Silecekler çalışmaya başladı.
Ama ben bu Almanca kataloğu çok iyi biliyorum, kelimesi kelimesine ezberledim. Çok iyi tekrar da ediyorum; ama ezberlediğimin ne anlama geldiğini bilemediğim için hangi düğmeye basmam gerektiğini bilemiyorum; o yüzden de arabayı çalıştıramıyorum! Çünkü, anlamını bilmeden ezberlemiş olduğum için “MANUEL” bana yararlı olamıyor maalesef!
Biraz evvel ne dedim?..
“Allâh” ismi ile işaret edilen var!
İnsanın, Dünya ve âhiret saadeti, bu “ALLÂH” ismi ile işaret edileni fark edip, anlayıp, tanıyıp O’nu değerlendirmesine bağlı!
Bunu yaparsa, Dünya ve âhiret saadetinin kapıları ona açılır.
Manuelin (el kitabının) mânâsını anlayıp, hangi düğmenin neye işaret ettiğini, neyi sağlayacağını anlayıp direksiyona öyle oturursan, o araba seni hedefine götürür.
Mânâsını anlamadıktan sonra, onu kuru kuruya ezberlemen sana arabayı kullanma yolunu açmaz!
Öyle ise, biz hatim indirmek istiyoruz, diyorsanız; mutlaka ve mutlaka mukabele sonrasında Kurân’ın bir Türkçe meâlini alıp oradan, okuduğunuz yerleri tekrar gözden geçirmeniz, yorumlu da olsa, ne dediğini kafanıza sokmanız gerekir.
Bu, işin en aşağı, en alt düzeyidir. Anaokulu düzeyidir...
Kurân’ı ele almanın anaokulu düzeyidir, Kur’ân meâlini açıp okumak...
Peki, Kurân’ı daha iyi anlamanın yolu nedir?..
Sıradan bir insanı ele alalım. Böyle, âlim, mürşid, velî, gavs vs. olmayan, sıradan bir insanı ele alalım... Mesela beni ele alalım...
Ben, Kurân’ı anlamaya çalıştığım zaman, hangi konuyu ele alıyorsam, o konu ile ilgili çeşitli sûrelerdeki âyetleri gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Bu konu ile ilgili olarak hangi sûrede hangi âyet var? Onları şöyle bir öne çıkartıyorum. Sonra o âyetleri birbirleri ile bağlantı kurarak, oradan bir sentez oluşturuyorum. O konuyu o sentez ile değerlendirmeye çalışıyorum.
Bu, sıradan bir insanın Kurân’ı anlama yolu!
Daha üst düzeydekilerin ise?
Bir üst mertebedekinin hâlini ben bilemem ki onu size anlatayım!
Herkesin yaptığı şey, kullandığı aracı anlatmaktır. Ben, bu kadarından anlıyorum. Bunun üst düzeyini Allâh kime nasip etmişse onu bulup, ondan öğrenin!
Allâh, benim anladığım kadarıyla değil; Kurân’ı gerçekten iyi anlayanların anladıkları kadarını size nasip etsin!
Zira, ben bakıyorum, hiçbir şey anlamadığımı görüyorum nice eski değerli zevâta göre... Ama işte, “Abdurahmân Çelebi” derlermiş ya, koyunun olmadığı yerde keçiye! İşte biz de bu memlekette bir keçiyiz!