Ceviz mi İnsandaki Bilinç mi?
Bu haftaki sohbetimiz de isterseniz “ceviz” hikâyesi olsun!
Ağaçtan topladığımız cevizde bilirsiniz üst bölümü kaplayan yeşil bir kabuk vardır. O yeşil kabuk, çok acı! Kına gibi, kinin gibi, sulfata gibi bir tadı vardır!
Hatta onun rengi, boyası elden bir müddet çıkmaz! Kara bir leke olarak elde kalır. Ağzına sürersen, zehir gibi bir tadı vardır.
Nefs-i emmâre’sine tâbi olan insan da, aynen o cevizin yeşil kabuğu gibidir.
O durumda olan insan çalar, çırpar, adam öldürür, menfaati için yaşar, zevk için kumar oynar, zevki için her şeyini yitirir. Onun için esas olan, sadece tatminidir...
O cevizden yeşil kabuğu alıp çıkartabilirsen, onun altından tahta bir kabuk çıkar. İşte bu tahta kabuk da, insanda Nefs-i Levvâme diye anlatılan ikinci mertebedir. Yani, cevizde ikinci tabaka olan tahta kabuk, insanda ikinci mertebe Nefs-i Levvâmedir.
Nefs-i Levvâme’deki insan, kendini bu beden zanneder ve kabul eder... Bu bedenle devam edeceğini, o bedenle cennete gideceğini umar.
Bu tahta kabuğun, içindekinden nasıl haberi yoksa; levvâme düzeyindeki insanın da kendi hakikatinden haberi yoktur!
Bir yerde nefsine uyar, gider yanlışlar yapar. Bir yandan da; “Yahu ben bu yeşil kabuk değilim” diyen ceviz gibi, “Ben bu beden değilim, benim üstelik aklım da var; neden bu yanlışları yapıyorum, hayatımı harcıyorum, bu bedene dönük yaşam içindeyim?” diye hayıflanır ve ömrü pişmanlıklar içinde geçer, gider...
Eğer dıştaki yeşil kabuktan sonra anlatılan bu tahta kabuğu da kırarsan, işte o zaman tahta kabuğun içindeki cevizi görürsün. Anlarsın ki, bu tahta kabuk atılması gereken bir kabukmuş. Ceviz bu değilmiş! Cevizle tahta kabuğun hiçbir alâkası yokmuş! Nasıl ki cevizin en üstteki yeşil kabukla alâkası yoksa, tahta kabukla da alâkası yok!
Sen bu tahta kabuktan, cevizi göremezsin. Ama, o cevizi kırar, tahta kabuğu çıkartırsan, içinde başka biçimde bir ceviz görürsün.
Dikkat edersek, ceviz içi üstündeki tahta kabuğa hiç benzemez! Yeşil kabuğa da benzemez! Bu tahta kabuk, insanın kafatası gibidir. İçindeki ceviz de aynen beyin gibidir.
Nasıl kafatası kemiği ile beyin birbirinden tamamen ayrı ise, işte cevizin tahta kabuğu ile cevizin kendisi birbirinden öylece ayrıdır. Ama, cevizi kıramamış olanlar, içindeki cevizi bilmez! Ondan habersizdirler. Tahta kabuğu ceviz zannederler.
Bu tahta kabuk, atılması gereken bölümdür. Veya, ateşte yakarsın! Yanınca da çok güzel ısı verir. İşte bu tahta kabuk, ateş için yaratılmıştır. Bir de; “Ehli olmayanlar bu cevize el sürmesinler” diye yaratılmıştır.
Bu tahta kabuğu kıran kişi de denize kavuşmuştur...
İşte bunun gibi levvâme bilinç düzeyindeki adam da;
“Yahu! Ben bu tahta kabuk değilim. Benim Özümde Allâh var... Benim özümde Allâh var olduğu hâlde ben niye kendimi O’ndan ayrı bir varlık gibi görüp kendimi bu beden kabul ediyorum!” deyip, kendi hakikatinin Allâh olduğunun idraki içinde yaşamına yeni baştan yön vermeye çalışır.
Bu çalışmaları yapar ama, bu cevizin içinde girintili çıkıntılı bölümün dışında, ince bir tabaka kahverengi bir kabuk daha vardır. Cevizin kendisi çıktı ortaya ama, kahverengi kabuk daha çıkmadı.
Bu da, insandaki Nefs-i Mülhime’nin kabuğuna tekabül eder. Cevizin bu kahverengi kabuğu Nefs-i Mülhime’dir.
Çünkü, burada ilham alan, “Allâh’ta, kendini Allâh’tan ayrı gören” ama öbür yandan da “kendi varlığının hakikatinin Allâh olduğunu bilen” bir kabuk vardır. “Bir ben var, bir O var, Bendeki O!” der.
İşte bu, cevizdeki kahverengi kabuğa tekabül eder.
Eğer “Bendeki O” görüşünden kurtulup, “ben yokum! Sadece O vardır!” diyebilse! Yani, cevizin kahverengi kabuğunu da kaldırabilse... Onu da kaplayan ince sarımsı renkte bir kabuk daha çıkar ortaya. İşte o, Nefs-i Mutmainne’dir... İşte o zaman kişi, kendi öz hakikatini görmüş olur. İmana varır.
Kahverengi kabuk, sarımsı ince kabuk ve cevizin şekli, kıvrımları aynen mevcuttur. Bütün bunlar, esas cevize göre şekil almıştır.
Ceviz çıkınca ortaya, işte o Nefs-i Radiye’dir... (Raziye de denir.)
Bu beyaz etli yeri sıkar, ezer, ufalar, döverseniz, bir yağ çıkar ortaya... Cevizin en kıymetli yeri o yağıdır. Cevizi alır bakarsan bu yağı göremezsin. Ezer, ufalar, sıkarsan görünür hâle gelir.
İşte bu, Nefs-i Mardiye’dir...
Bu yağın da ihtiva ettiği kuvvet ve kudret de Nefs-i Sâfiye’dir. Senin hakikatin Allâh’ın kuvvet ve kudreti...
İşte gördünüz... Ceviz, insanın apaçık, bitkisel yaşamdaki örneğidir. Yedi kat ceviz aynen insandaki bilincin yedi kat mertebesi gibidir.
Kişi, insanları tanımak istiyorsa alsın bu cevize baksın! O zaman kendisini nerede görüyorsa ona göre tedbir alsın! Kendisini yeşil kabukta mı, tahta kabukta mı, kahverengi kabukta mı görüyor?
Küre gibi olan cevizi, yarım küre şeklinde ek yerinden keserseniz, kalp gibi bir şekil çıkar ortaya. Tahta kabuğu kırıp atarsanız, beyin gibi bir şekil çıkar ortaya.
Bazıları tahta kabuk içindeki kalpten, beyinden, cevizden bîhaber yaşıyorlar.
Allâh bize, içimizdeki hakikati idrak etmeyi ve onu hazmetmeyi ve onun gereğini yaşamayı ve güzelliği de çevremizdekilerle paylaşmayı nasip etsin, kolaylaştırsın!
Eğer bu gerçekleşmez ise, bu tahta kabuklu hâlle gideriz. Bu tahta kabuğun içinde bir zaman sonra ceviz kurur, kurtlanır, ezilir, büzülür, kaybolur, heba olur gider...
Ya ceviz taze iken kırılıp, bu kabuk ve kabuklardan kurtulunur; veya bu kabuk kırılmaz, içindeki kısım kurtlanır, çürür, kurur, heba olup, toprağın altına atılır...
İnsan, cevize çok benzer.
Onun için Allâh bizleri kurtlanmaktan, çürümekten korusun. Cevizin içindeki yağ gibi, yağın kuvvet ve kudretine eriştirsin! Aksi hâlde hâlimiz haraptır. Hüsrandadır...
Allâh, Cumanızı mübârek etsin... Allâh hepimizin muîni olsun!..
Antalya, 18 Ekim 1996