Ben Neyim?
Şu işaret ettiğim parmakta, elde, her an tasarruf eden beyindir. El ve parmaklar hiçbir zaman kendi başlarına tasarruf edemez! Hiçbir el, beyinsiz hareket edemez! Nerede bir el veya parmak hareket ediyorsa, onda tasarruf eden bir beyin var demektir.
Bu varlıkta olan hiçbir birim, nesne, obje; Allâh’ın dilemesi, irade etmesi, kudreti dışında kendi başına tasarruf gücüne sahip değildir. İmkânı da yoktur.
Ama, beyni de hiçbir zaman bu elle kayıt altına alamazsın! Eldeki hareketleri görüp de, işte beyin sadece bu parmakları oynatır diyerek beyne sınır koyamazsın!
Bu dengeyi çok iyi anlamak lazım! “Allâh” ismiyle işaret edileni anlamanın yolu buradan geçer. İşte bu şekilde eğer, Allâh’ı kapsamlı olarak bu anlattıklarım istikametinde anlayabilirsek, işte o zaman kafamızda hayal ettiğimiz tanrı kavramından uzaklaşır, gerçekleri fark etmeye başlarız.
Şayet bunu yapamazsak, sonucuna da paşa paşa katlanacağız...
Kurân’daki gerek “cennet”, gerekse “cehennem” anlatımı, bizim anlayışımıza göre, bize bir şeyler vermesi için yapılmış olan tarif ve tanımlamalardır.
Bundan yüz sene önce yaşamış insana ben çıkıp da; “Senin vücudun moleküller ve atomlardan ibarettir” desem, adam bana bakar, “Herhâlde kafayı üşütmüş bu, deli!” der. Çünkü, çoğunluk onun gibi düşünüyor.
Dolayısıyla biz toplum olarak böyle düşünüyorsak; “Bu adam deli, bizim düşünmediğimiz şeyleri söylüyor”deyip, yalancılık ve delilik ile itham ederiz.
İşte, Kurân’daki “cennet” ve “cehennem” tarifleri, tavsifleri de bize belli anlayışları göstermek, bildirmek üzere gelmiştir.
Yani, yanlış dediğimiz belli davranışları yaparsan sonunda seni sıkacak, azap verecek birtakım olaylar var. Eğer belli birtakım yapman gereken şeyleri de tavsiyelere uyup yaparsan, bunun neticesinin de senin için yararlı olacak birtakım sonuçları var, anlamına olarak! Yoksa, bunları somut nesneler olarak alıp, değerlendirmek çok güç!
Senin kafanda düşünebildiğin, ulaşabildiğin en son nokta da, “Ben bu beden değilim, ben bir ruh yapıyım” düşüncesidir... Kendini bir ruh yapı olarak kabul ediyorsun.
Nitekim, rüyanda da kendini nasıl görüyorsun?
Bu madde bedenin ağırlığına sahip olmayan, zaman zaman en olmayacak işleri yapabilen lâtif bir beden olarak hissediyorsun kendini. Hatta bazen, kendini dahi görmüyorsun.
Dikkat ederseniz, rüyada yaş kavramı da yoktur, hissedilmez!
İşte senin kafanda düşünebildiğin en ileri safha; “Ben bir ruhum” saplantısı oluyor. Hâlbuki, sen bir ruh da değilsin!
Şu anda, “Ben bir beden değilim” bilincine eriştiysen, aynı şekilde sen, bir ruh da değilsin!
Sen, “Evrensel Öz”den meydana gelmiş, bir “evrensel obje”sin.
Düşünürsen, hücreden, moleküle; molekülden, atoma; atomdan, atomun altına inerek, evreni meydana getiren dalgalardan ibaret olan yapıya gelirsin.
Senin “ben” dediğin gerçek varlığın, “dalga-bilinç” varlıktır, “kuantsal” varlıktır. Dolayısıyladır ki, senin bilincin, bir dalga boyudur.
Bir dalga boyu olan bilinç, her dem kendinde tahayyül ettiğini var görür ve o hayalin içinde yaşar. Onun için de “cennet” adıyla işaret edilen ortamda ne düşünür, hayal edersen anında o düşündüğün şey meydana gelir.
Örneğin; “Benim beş tane bedenim olsun” dersin. Anında cennette beş tane bedenle yaşarsın. “Her biri ile ayrı ayrı şeyler yapayım” dersen, her biri ile ayrı ayrı şeyler yaparsın.
Ben sana, senin bir bilinç varlık, bir dalga boyu varlık olduğunu nasıl anlatabilirim?
Ha, bundan yüz sene önce yaşamış birine ben onun bir moleküler, atomik beden olduğunu anlatmaya kalkmışım!.. Ha, bugün yaşayan sana, senin bir dalga boyu varlık olduğunu, dalga boyundan ibaret bir bilinçten oluştuğunu, maddi veya manevî, ruhanî bir beden olmadığını anlatmaya çalışmışım?..
Dışarıdaki adam da benim bu konuşmamı dinlese, “Bu adam üşütmüş, saçmalıyor...” der, geçer. O da haklı. Çünkü, içinde yaşadığı sistemin inceliklerinden haberi yok; tefekkürü yok!
İnsanlar bu anlattığım boyutları anlayamadığı için eski devirdekiler; “Olay maddi değil, manevîdir” diyerek insanlardaki azap duyma mekanizmasını kaldırıyorlar.
Yani, “Olaylar ruhanîdir, ruhta da azap duyma diye bir olay yoktur; öyleyse cehennemde azap duyma yoktur...” noktasına işi getirmek için bunu söylüyorlar.
İmam Gazâli de, bu yanlış düşünceyi kesmek için; “Cismanî beden var” diyor.
Bugün nasıl “biyolojik beden” varsa, öldükten sonra da “ruhanî bir beden” var. Ama, bugün sen nasıl, “Biyolojik bedenim var ama, ben bu beden değilim” diyorsan, ruhanî beden de bir süre sonra terk edilecek bir beden!
İmâm Gazâli; Esmâ ül Hüsnâ şerhinde “El Bâis” isminin mânâsını açıklarken, “defalarca beden değiştirmek”ten bahseder.
Yani, biyolojik beden gidecek, ruhanî beden gelecek... Ruhanî beden gidecek, nûrânî beden gelecek... Veya, onun dışında başka tür bir beden gelecek.
Artık, geriye dönüş yok! Ama, ileriye doğru değişik bâ’slar geçirileceğinden bahsediliyor.
“Yokluk Denizi” denen şey, senin bireysel varlığının var olmadığını anlamandır.
Mutlak mânâda bir yokluk denizi yoktur.
“Yokluk”tan murat, tüm varlığın kendine özgü bir varlığı-vücudu olmayışıdır!
Elin, kendini beyinden ayrı olarak, ayrı bir varlık hissedip, “Ben dilediğimi yapıyorum” diye zannetmesi nasıl ortadan kalkar?