Vehimden Nasıl Kurtulursun?
“İSLÂM” kitabının yeni baskısına ek olarak koyduğum bir bölüm var. Daha önce de bu konuyu işlemiştik. Oradan bir pasaj okumak istiyorum.
“İstisnasız bütün insanlar “mahşer” denilen genel toplanma ortamından sonra “cehennem” diye adlandırılan ortama gireceklerdir... Bundan sonra iman sahipleri oradan çıkacaklar ve “cennet” ortamına geçecekler; imanı olmayanlar ise cehennem ortamında ebedî olarak kalacaklardır! Yani cehennemden çıkıp cennet ortamına geçmek, kişinin ameline, çalışmalarına bağlı olmayıp; tamamıyla iman konusuyla ilgilidir!
Cehennemde kalış süresi ile cennetteki mertebesi ise, tümüyle Dünya’da yaptığı fiillerine, çalışmalarına bağlıdır! Cennete girmek niçin imana bağlıdır?.. Bunu açıklamaya çalışayım...
Bir kısım felç olayları vardır ki, bunlar tamamıyla psikolojik kökenlidir! Bedende patolojik hiçbir problem olmamasına rağmen, kişi kendisinin felçli olduğunu ve bir daha asla yürüyemeyeceğini vehmederek; tekerlekli sandalyesinde cehennemini yaşar! Hastalık hastası diyebileceğimiz kişiler kendilerini etki altında tutan vehim gücü yüzünden, akıllarını yeterince değerlendiremez, çeşitli kabiliyetlerini kullanamaz; ve böylelikle de hayatlarını ızdıraba dönüştüren cehennemden çıkamazlar!
“AKIL ve İMAN” isimli kitabımızda geniş bir şekilde anlattığımız gibi insan, hayatını cehenneme çeviren vehim gücünün üstesinden akılla gelemez! Vehim kuvveti yani “yoku varsanıp, varı yok sayma” özelliğinin üstesinden gelecek olan insandaki güç akıl değil, imandır! Vehim, akıl ve ona dayalı olan tefekkür mekanizması üzerinde rahatlıkla tasarruf ederken, fiilleri direkt yoldan etkileyen iman karşısında daima yenik düşer! İşte bu yüzdendir ki “Dini” anlaması için akıllıya teklif yapılmış ve iman ederek yürümesi önerilmiştir!
İnsanın, gerek Dünya yaşamındaki cehennemî süreci ve gerekse de ölüm ötesi yaşamındaki cehennemi, hep onda galip gelen vehim kuvvesinin sonucudur! Bunun sona erdirilmesi ise yalnızca iman kuvvesi ile mümkündür!
Bedeninde fiziki bir arıza olmadığı hâlde kendini felçli sanan kişi, inanacağı kişiyi buldu mu, yürür! Evhamlı kişi, iman edeceği insanla ya da bilgiyle karşılaşırsa ızdırabı sona erer...
En dar kapsamlı anlamıyla “Allâh’a iman” da, kişiye karşılaştığı zorlukları, “Allâh”a ait özelliklerin kendisine o konuda yardımcı olacağına ve kendisini o konuda selâmete çıkaracağına iman sonucunu getirir! Kişi bu iman ile kendisinde cehennem ortamından çıkacak gücü bulur! İsterse zerre kadar imanı olsun! Ama kişinin böyle bir imanı yoksa, kendisini bildiği güçlerinden ibaret sayıyorsa, “Allâh”ı anlamamışsa ve iman etmemişse; özündeki Allâh’a ait kuvvelerden mahrum kalacağı için edediyen cehennemden çıkamayacaktır! İman etmediği için başkası da, kim olursa olsun ona bu konuda yardım edemeyecektir! Aklı vehim gücünün etkisi altında olduğu için kendisinin asla yürüyemeyeceğini sanan kişi gibi!
Yani ebedî olarak cehennemde kalacak olanlar, yaşamlarını yöneten vehim kuvvetinin etkisi altından kendilerini kurtarıp, iman etmeden yaşadıkları için sonsuza kadar cehennemde kalmaya mahkûm olmaktadırlar!”
Hepiniz biliyorsunuz ki “Allâh’a iman” denen olay, tanrıya imandan farklı! Sen “Allâh”a iman ettiğin zaman, Allâh’ın “Esmâ”sından varolmuş bir varlık olduğunu; ona ait özelliklerin kendi varlığında olduğunu bilip, iman ediyorsun.
Buna imanın ne kadar ise, o kadar hayatta başarılı olursun!
Besmele çekmek esasında, “Ben varlığımdaki Allâh’ın kuvveleri ile bu işe başlıyorum” demektir.
Eğer, bunu hissedebilirsen, o işi başarırsın.
“Besmele ile her iş başarıya gider” gerçeği, besmeleyi söyleyenin o anda bu idrakte olmasıyla mümkündür. Kuru kuruya yalnızca lafız olarak besmeleyi tekrar etmek, alâkasız bir kelime demekten farksızdır.
Besmelenin mânâsını düşünerek besmeleyi söyleyeceksin! Mânâsını düşünerek söylemek de;
“Bu işe ben, bireyselliğimle değil, varlığımda mevcut olan Allâh’ın varlığı, kuvveti, kudreti ile başlıyorum” demektir. Kişide bu idrakin yaşanması demektir...
İşte sende bu idrak oluştuğu zaman başaramayacağın iş yoktur. Zira bilirsin ki yapan “Allâh”tır!.. “Sen” değil!
“...Atan Allâh’tı!..” âyetinde işaret edilen sır gerçekleşir “Besmele” yaşandığında!
İşte bu imanın sende olması lazım ki sendeki vehim gücünü, hayali aşabilesin.
Eğer bir yerde başarısız oluyorsan, bil ki o konuda sen özünden gelen bir biçimde o işe yönelmiyorsun! Kendini şu et-kemik birim sanarak o işe yöneliyorsun.
Allâh’a iman, insana vehim gücünü aşabilme imkânı sağlar. Madde ve mânâda, her konuda başarısız olan insan ise imanını devreye sokmayıp, vehmin hükmü altında, hayallerinin hükmü altında kendini tüketen insandır.
Ya hayalinizi aşacaksınız, vehminizi aşacaksınız, güzelliklere erişeceksiniz, veyahut da vehminize, hayalinize tâbi olacaksınız. Ya da “Ben hiçbir şey yapmazsam dahi, nasıl olsa istediğim olur” diye avunacaksınız; ve de hiçbir şey de olmayacak!
Hâlsiz, kuvvetsiz olduğu yerde kalan adamın, “Ben vitamin almadan da, hiçbir şey yapmadan da iyileşirim, geçer, kuvvetim yerine gelir” demesiyle, öbür adamın vitamini alıp, fırlayıp gitmesi gibi bir farkı mutlaka göz önünde tutun.
Kim ne yaparsa, onun karşılığını elde eder. Bu husus “Allâh”ın bize bildirdiği “Anayasa”da yazılıdır. Bunu hiç hatırdan çıkarmayalım!
İşin esası, temel prensibi şudur:
Sen öleceksin! Ve ölümden sonra yaşam bitmiyor. Yaşam devam ediyor. Sen sadece boyut değiştiriyorsun. Öldükten sonra namaz, oruç, ibadet, hiçbiri kalmıyor. Yani öyle çalışma türleri yok ölüm sonrası yaşam boyutunda!
Bütün bunları Dünya’da iken yapmak zorundasın! Bunları yaparsan, ondan sonra rahat etme şansına sahipsin. Yapmazsan, öbür tarafta bunları yapma şansına sahip olmadığın gibi, getirisinden de mahrum kalıyorsun. Ana tema, ana esas bu!
Durum bu iken; “Efendim kadın mı üstünmüş, erkek mi üstünmüş? Çarşaf mı giyilmeliymiş, başı açık mı dolaşılmalıymış? İnsanlar maymundan mı halkolmuş, Âdem’den mi? Âdem nasıl halkolmuş, maymun nasıl halkolmuş?”
Bunların sana, ölüm ötesi yaşam için hiçbir getirisi yok ki!