Görme
− Yaradılışından cinlere “halife” özelliği verilmemiş; fakat cinlerin evliyasının olduğunu biliyoruz kitaplarınızdan; bunu anlayamadım, cinlerin Allâh’ı tanıma yolundaki çalışmaları?
− Şimdi, bizim Kurân’dan bildiğimiz; “İnsanın yeryüzünde Halife” olduğudur; daha doğrusu.
Şimdi, âyeti kerîmede bir incelik var; “İnniy câilûn fil arda Halifen” deniyor.
Bu “inniy” hitabının nereden geldiğini, hangi mertebeden geldiğini bir araştırmak lazım! Rubûbiyet mertebesinden mi, Rahmâniyet mertebesinden mi, Ulûhiyet mertebesinden mi, Vâhidiyet mertebesinden mi?
“İnniy câilûn” diyen hangi mertebe ki, “o mertebe”nin “halifeliği” anlaşılsın! Bunu bir etüd etmek lazım... Bunu bir etüd edin, ondan sonra “halife”nin hangi mertebenin hilâfetini yüklenmiş olduğunu müşahede etmeye çalışacaksın.
Cinlere böyle bir hitap olduğundan bahsedilmiyor! Onlar için böyle bir hilâfet durumunun olup olmadığı konusunda bir karar veremeyiz. Bahsedilmemesi, yok olması anlamına gelmez! Yok olmaması anlamına gelmemesi demek de, onlarda böyle bir şey olabileceği ihtimaline açık kapı bırakır...
“Cinlerde halife yoktur” şeklinde bir hadis ya da âyet yok! “Velâyet” yani hakikatini tanımanın getirdiği ilim ise, onlarda da belli ölçüde var; bunu da kaynaklardan bilebiliyoruz!
Dolayısıyla onlarda da böyle bir halifenin olmadığına dair hüküm veremeyiz... Verirsek, biz söylenmeyenleri de bilen bir zât’ız, satır arasını vermiş oluruz... Bu da bize yakışan bir şey değildir.
O yüzden Kur’ân ve hadiste böyle bir şey açıklanmamışken; bizim bu konuda söz söylememiz doğru olmaz kanaatindeyim... Ama maneviyat ehli zevâtın eserlerinden, cinlerin de evliyası olduğunu biliyoruz. En azından “Divan” toplantılarına katılan birtakım zevâttan öğrendiğimize göre; cinleri de temsilen oraya katılan cinlerden birtakım zevât var.
Dolayısıyla da, oraya katılan zevâtın, son derece değerli, üst düzey kişiler olması gereği var... Bunu da gözardı edemeyiz! Bunun ötesinde daha fazla bir şey söyleyecek durumda değilim, haddimi aşmış olurum!
− Kıyamet, Güneş büyümesiyle gelecekse, buna daha çok zaman var değil mi?
− Güneş’le beklediğimiz “Kıyamet”i beklemek, abesle iştigaldir! O işe daha çok uzun zaman var... Ama nesillerin kıyametleri var, nesillerin kıyametlerinden evvel de, insanın kıyameti var...
Hani, dediği gibi “ben ölürsem büyük kıyamet, karım ölürse küçük kıyamet”miş... Böyle de kıyametler var!
Dolayısıyla biz, kıyameti, büyük boyutlu olaylara hasrederek, onları hayal etmekten evvel, kendi kıyametimize bakalım...
“Kıyamet”; ardında hiçbir şey yapılamayacak olan ortam!
Dolayısıyla, bizim hiçbir şey yapamayacağımız bir güne ulaşmamız söz konusu! O gün gelmeden evvel biz ne yapıyoruz, burası önemli...
Şu, “gördüklerimiz” konusunu bir ele alsak, ne dersiniz?
Gördüklerimiz ne kadar gerçek? Ne kadar gerçekleri görüyoruz; göremediğimiz neler var, algıladığımız ve algılayamadığımız ne tür boyutlar söz konusu?
“Gördüğümüz” diye ifade ettiğimiz iki boyut var... Birinci gördüğümüz boyut; şu yaşadığımız ortam... Burada birtakım şeyler görüyoruz. İkinci gördüğümüz boyut; “rüya âlemi”... Rüyada da bir şeyler görüyoruz.
Bu ikinin dışında bazıları da böyle ayakta dolaşırken, gezerken bir şeyler görüyor ve onu da bilmiyoruz. Hiç öyle ayakta dolaşırken, gezerken ben hayal meyal bir şey görmedim! Onun için o konuda bir şey diyemem, gördüklerini söylüyorlar!
Bir de cinleri görüyorlar! Ben bugüne kadar cinleri görmedim. Onun için o konuda da hiçbir şey söyleyemem!
Bu “görme” dediğimiz olayın aslı, hakikati ne?
Şu gördüğümüzü az çok herkes görüyor; ne olduğunu bilmese de görüyor!.. Hele hele “rüya” dediğimiz olay...
Rüyada ruh, bedenden çıkıp bir yerlere mi gidiyor; bir yerleri mi görüyor?
Genel anlatım içinde söylenen, gece uykuda ruhun serbest kalması, bir yerlere gitmesi; olayları görmesi, özellikle kişinin görmediği, bilmediği yerleri rüyasında görmesi diye anlatılan bir olay var... Şimdi, bizim anlatımımızda; ruhun beyin tarafından üretilen dalgalardan meydana geldiği konusu işleniyor... Ayrıca, rüyanın dışında “telepati” diye bir olay da biliyoruz!.. Telepatinin, iki beyin arasındaki karşılıklı gönderilen dalgalar olduğunu da biliyoruz... Yani beynin belli dalgalar göndererek bir diğer beyine ulaştığını; ona çeşitli mesajlar verdiğini biliyoruz! Fakat bu kopuk kopuk bildiğimiz hususları bir araya getirip bir sonuca varmayı genelde hiç düşünmüyoruz!
“Telepati” dediğimiz olayı gerçekleştiren, beyin!
Esasen bunun benzeri bir hususu hemen herkes de yaşamakta... Beynin yaydığı radar dalgaları; uyuduğumuz zaman ruh bedenden ayrılıp; bir yerlere gidip orada bir şeyleri görüp veya birisi ile görüşüp gelmez!
Bizim tespitimize göre; beyin, gündüz olduğu gibi, gece uyku hâlinde de radar dalgalarını yaymaya devam eder, ve gündüz beyin, birçok kanaldan veri toplarken; gece bu, özellikle beş duyuya dayalı alanlar kapalı olduğu için, yaydığı radar dalgalarının getirisini beynin görüntü hayal merkezinde değerlendirerek sûretlendirir.
Bu algılama, “Ruh gitti de falanca ile görüştü” denen görüntüleri meydana getirir.
“Dua”, beynin yönlendirilmiş dalgaları olduğu gibi; rüyaların bir kısmı da, beynin radar dalgalarının tespit ettiği olaylardır!
Rüyalar, kâh sizin o ana kadar mevcut veritabanınızdaki mânâların açığa çıkmasıdır; yani bilgisayarınızın hard diskindeki birtakım verilerin ekrana yansıması, görüntüsüdür; kâh da ekranınıza internet aracılığı ile gelen verilerin bilgisayarınızda işlenerek ekrana yansımasıdır! İşte internetten bilgisayara verilen gelen veriler gibi, beynin radar dalgalarıyla algıladığı bazı dış olaylar, geçmişte ruhun bedenden ayrılıp bir yerlere gidip, bir yerlerde görüşmesi veya o yerleri görmesi şeklinde değerlendirilmiştir.
Tabii bu geçmişte hiçbir şekilde izah edilmesi mümkün olmayan bir olaydır; ki bunu, ancak bugünkü şartlarda böylece açıklama imkânını bulabiliyoruz. Bilim ve teknoloji bu düzeye gelebildiği için, telepatinin varlığını kabul eden her insan, beynin radar dalgalarını da doğal olarak kabullenmek zorundadır!
Beynin radar dalgalarını ve telepati dalgalarını kabul eden her insan, kapsamlı bir kapasiteye sahip beyinli kişilerin, geçmişin “kerâmet” denen olaylarını yaşayabilmesinin de son derece doğal ve makûl olduğunu rahatlıkla fark edebilir... Çünkü, “mucize” ve “kerâmet” denen olaylar da, insanın dünyasında, insan beyni ile alâkalı olan olaylardır.
Bilgisayarları inceleyenler, insan beyninin çalışma düzenini çok daha rahat fark edebilirler... Dışarıdan gelen veriler nasıl bilgisayarın hard diskine geçiyorsa; daha sonra da hard diskten istenilenler ekrana yansıyor, görünür hâle geliyorsa; bu bilgiler bilgisayarın içinde, nasıl mevcut bilgi hâli ile değil de sadece 0-1 esasına dayalı iki tür kayıt ise, insan beyninde ve hücrelerinde de aynı şekilde pozitif ve negatif esasa dayalı belli frekanslarla programlanmış veritabanları vardır! Siz bunlardan hangisine yönelirseniz onlar sizin ekranınızda, üst yapı şuurda meydana çıkar.
Burada önemli olan; insanın kendi kapasitesini olabildiğince kullanabilmesini temin etmektir!