İsmi 'Allâh' Olan
“Allâh” isminin işaret ettiği varlığın özelliklerini zikretmek...
Şimdi, bakın şöyle bir misal vereyim... Belki bilenlerinizi sıkacak, ama bilmeyenleriniz için faydalı olur.
Diyelim ki, bir arkadaşınız var... O arkadaşınız size benden söz etmek istiyor.
“Hulûsi diye biri var”... dedi.
“Varsa ne olacak? Ne yapalım, nedir bu Hulûsi?”
Önce, “ismi”nden bahsetti, “Hulûsi diye biri var” dedi.
Tabii bu bizim için hiçbir çağrışım yapmadı! Ne yapalım Hulûsi diye biri var ise var!
Fakat, Hulûsi’nin şöyle bir ilmi var. “Allâh”, ona şöyle bir “ilim” ihsan buyurmuş...
Şimdi biz buradan, “Hulûsi” ismiyle işaret edilen varlığın, belli bir vasfı, bir “ilim” vasfı olduğunu fark ettik.
“Bu ilmi” dolayısıyla, birçok şeyin, neden, niçin, nasıl olduğunu anlatıyor ve fark etmediğimiz bazı önemli hususları fark ettiriyor.
Şimdi burada, “ilim” vasfının yanı sıra, “hikmet” vasfından da söz ediliyor. Çünkü, “hikmet” demek; bir şeyin, neden, niçin, nasıl olduğunu anlamak demektir.
Diyelim ki, bu anlatım sizde “Hulûsi”ye karşı bir merak ve ilgi dolayısıyla bir yönelme gereğini oluşturdu.
Peki, siz “Hulûsi” ismine mi yöneliyorsunuz; yoksa, O’nu tanımak için, öğrenmek istediğiniz vasıflarına mı yöneliyorsunuz?
“Hulûsi”ye yönelişinizin sebebi nedir?
O’nu tanımak ve özelliklerini anlayarak, kendinize GÖRE bir değer yargısı edinmek...
Misali, gerçeğine uygulamaya kalkarsak...
“Allâh” ismi ile işaret edilen bir varlık var!
Peki bu isim, O’nu tanımamız için yeterli mi?
Hayır!
Peki bu “İSİM” ile, yani “ALLÂH” ismiyle dikkatlerimize sunulan kimdir veya nedir?..
Neden bu isimle anılanı, işaret edileni fark etmemiz ve anlamamız istenmektedir?..
İşte bu soruların cevabını bulabilmemiz için, gökte yaşayan bir “TANRI” olmadığı belirtilen “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin, ne olduğunu araştırma ve sorgulama zorunluluğuyla karşı karşıya kalırız.
Bu durumda bu isimle işaret edilenin özelliklerini yani vasıflarını anlamaya çalışırız... Görürüz ki...
O’nun ilim sıfatı var... Hikmet sıfatı var... Nûr sıfatı var... Bunlar gibi daha birçok sıfatları var...
Bu vasıflar çok mikro şartlarda da olsa sende de var. Çünkü O, kendi varlığından kendi nûruyla, kendi ilmiyle seni var etmiş. Sende de bunlar var. Sen kendindeki bu özellikleri açığa çıkar ki, neticede O’nu anlayabilesin!
Çünkü, O’nu ancak, kendinde açığa çıkarabildiğin, kendinde fark edebildiğin kavrayışın kadarıyla anlayabilirsin. Daha fazla anlamana imkân yok!
Şimdi, bir insan tutup da Hulûsi diye bahsettiğinde, seni ilgilendiren Hulûsi’nin özellikleri midir, “ismi” midir?
Sen tut ki, elinde tespih, bütün gün Hulûsi diye zikretsen, ne getirir sana? Hiçbir şey getirmez... Getiremez ki!.. O, bir işaret kelimesidir! Yani, böyle biri var, git bunu değerlendir anlamınadır, senin Hulûsi’ye yönlendirilmen!
Sen, “işaret” kelimesi olan “ismi” alıp da zikir kelimesi yapıp tekrar edersen, o işin ilmi sende yokken; otuz yıl da geçse; kaynar mı kazan altında ateş yanmayınca?!!
Olay bu!.. Maksat, önemli olan; işareti değerlendirip, işaret edilenle meşgûl olmaktır!
İşte! “Allâh”ın “Esmâ ül Hüsnâ”sı bize bu amaçla bildirilmiş.
Biz ne yapmışız?
En güzel, en süslü, en yaldızlı sedef kakmalarla o isimleri yazıp, duvarımıza asmışız! Ve de, karşısına geçip seyreder olmuşuz...
Ya Hû! O isimler bize süs olsun diye verilmedi ki!
O isimlerin mânâları üzerinde düşünelim; o isimleri zikredelim ve neticede, hâsılasını, meyvasını yiyelim diye bize bildirildi “Esmâ ül Hüsnâ”!
İşte bu zikirleri yapan 25 yaşındaki bir genç, iki sene içinde ne idraklere ulaşıyor...
Bunu değerlendirmeyip de “isim”de, resimde kalan, 10 sene, 20 sene, 30 senesini “Allâh” zikri ile geçiren, bir bakıyor ki, yerinde sayıyor.
“Ben 30 senedir Allâh diyorum, daha, “Allâh”ın “A” harfinin işaret ettiği mânâyı anlayamadım!” diyorsun...Anlayamazsın!
O isim, sana böyle biri var, bununla bir ilgilen, değerlendir diye, bildirilmiş. Sen onunla ilgilenmezsen, “isim”de kalırsan; tefekküre tezekküre girmezsen kendine yazık edersin!
İşte, işin püf noktası buraya gelip dayanıyor. Neyi, niye yapacağını bilmek, ondan sonra da o yolda yürümek...
Antalya, 3 Ocak 1996