İlâh Sandığın...
İmkân dahilinde tüm hadis kitapları ve önde gelen tüm tasavvuf eserleri incelendikten sonra yazılmış kitaplardır, benim kitaplarım. Elbette bütün bu verilerin kendime göre değerlendirilmesi de söz konusudur. Yaptığım çalışmaların getirisi de buna eklenmelidir.
Bütün bunlar yine elbette ki Allâh’ın lütfu ihsanıyla mümkün olmuştur.
Sonuç bu veritabanı üstüne oturtulmuş, kişisel yorumdur. Bu veritabanına oturmayan başka birinin yorumu ise, elbette ki benim yorumumdan farklı bir sonuç orataya koyacaktır!
− Hissedilip de bahsedilemeyen şeylerden mi bahsediyorsunuz kitaplarınızda?
− Müşahede edilir ama konuşulmaz, yazılmaz bir kısım şeyler! Çünkü yeterli altyapısı olmayan karşındakini küfre -inkâra- isyana götürür bir kısım bilgilerin; o konuların bağlantıları görülmediği için...
Oysa sen de o ilmi elde edip, o bağlantıları görebilsen; her şeyi yerli yerinde bulursun. Sen tutup da bir bölümünü söylediğin zaman, karşındaki o bağlantıları göremez, bağlantıları göremeyince de kendi başına mütalaa eder, isyan eder, küfre gider.
− Hallacı Mansur gibi?
− Hallacı Mansur ne ki? Bu devirde çocuk oyuncağı hükmünde o söylenenler! Ortaokul talebesi de söylüyor, “Enel Hak” lafını söylemek değil, Onun hissettiklerini hissedip yaşamak önemli... Hallacı Mansur “Enel Hak” dediği zaman gecede 300 rekat namaz kıldığı yazılı kitaplarda...
Şimdi, “Enel Hak” diyor; elinde içki kadehi demleniyor!!!
Nerede tahkiken, birilerinin “Enel Hak” gerçeğini hissetmesi, yaşadıkları; nerede elinde içki kadehiyle takliden “Enel Hak” mavalı söyleyip içki kadehine sarılışı... Ne benzerliği var bu ikisinin?!!
Türkiye’nin, bugün söylendiği gibi yaklaşık yüzde otuzu değil; on binde biri gerçekten tarikat ehli olsa Türkiye’yi bugün hiçbir devlet tutamaz.
“Tasavvuf ehli olmak” demek; alıcı olmak demek değil, verici olmak demektir!
Bir daha özetleyim aynı konuyu...
Dünya, Güneş sistemi, galaksi vs. yaratılmadan evvel, Allâh kâinatı ve içinde bulunduğumuz tüm sistemleri, ilminde yaratmıştır. Belli bir sistem ve düzene dayalı bir şekilde.
Ne galaksinin ne Dünya’nın ne de Dünya üstündeki insanın varoluşu, Allâh’ın yaratmış olduğu sistem ve düzeni hiçbir şekilde etkilemez ve değiştirmez. Siz ister buna günlük ifade ile “Doğa Kanunu” deyin, ister “Tabiat Kanunu” deyin, ne derseniz deyin... Bahsettiğiniz şey; “Allâh’ın yaratış Sistem ve Düzeni”dir.
Allâh “Sistem ve Düzeni”, “DİN” ismiyle Rasüller ve Nebiler aracılığı ile insanlara duyurulmuştur.
İnsanlara bu Allâh’ın yaratış düzenini duyurmasının sebebi...
İnsanlar, “ölüm” denen olay ile birlikte yaşamları son bulmaz, ölüm ötesinde de yaşamları devam eder. Eğer insan, nasıl bir sistem ve düzene göre yaratıldığını bilirse, ona göre gereken çalışmaları yaparak ölüm ötesi yaşamda da kendini kurtarır. Eğer insan, içinde yaşadığı sistem ve düzenin ne olduğunu -ne yaparsa ne ile karşılaşacağını- ne yaparsa neyi elde edeceğini bilemez ise, o zaman bunun gereği olan çalışmaları da yapmaz; sonunda da büyük acı ve ızdıraplara düşer. Yani cehennem hayatı yaşar!
Rasûl, Allâh’ın bu sistem ve düzenini, Allâh’ın kanunlarını, “Eyyühen Nâs” diyerek bütün insanlara tebliğ etmiştir.
Rasûl’ün muhatabı; ırk, renk, dil, cins, millet farkı olmaksızın bütün insanlardır! Yani tek tek fertlerdir!
Fertler, kişiler; Rasûl’ün bu hitabını değerlendirmek, O’nun dediğini anlayarak veya anlamadan iman ederek, gereken çalışmaları yaparak kendi âhiretini, gelecek hayatını elleriyle inşa etmek durumundadırlar!
Ya Rasûl’ün dediklerini araştırırsınız, öğrenirsiniz ve aklınızın mantığınızın gerektirdiği bir biçimde değerlendirirsiniz... Ya da bunu yapmazsınız, sonuçlarına katlanırsınız!
İslâm Dini’ne göre, yani Allâh’ın yaratmış olduğu sistem ve düzene göre; kimse kimseden mesûl değildir; ve kimse, kimse için mazeret teşkil etmez.
İslâm Dini; Rasûl’ün ferde tebliğ ettiği yaşam sistem ve düzenidir!
Ne yaparsan onun neticesi ile karşılaşırsın, yaptığının sonucu olarak! Senin neleri yapmanın sana yararlı olacağı anlatılmış; neleri yapmazsan da zararını göreceğin bildirilmiştir.
İslâm Dini’ne göre, “din adamları sınıfı” yoktur!
Maalesef geçmişte de, günümüzde de ve insan yapısı gereği gelecekte de “din adamları sınıfı” olacaktır!...
Gerçekte ise, İslâm Dini’nde “din adamları sınıfı” yoktur!Herkes kendi başına kendi dinini öğrenip gereğini yapmakla mükelleftir! “Ben falanca din adamından öğrendim de onun için böyle yaptım” demen, seni hiçbir zaman hiçbir şekilde kurtarmaz!
Allâh’ın yaşam sistem ve düzenini, yaratmış olduğu bu sistem ve düzeni; herkesin tek başına, tek tek öğrenmesi ve yaşamını düzenlemesi gerekir!
Daha önce de verdiğim misal gibi senin dokuzuncu katta kenarda durup, yanındaki adamın buradan atla sana bir şey olmaz, demesine inanıp kendini aşağıya atınca, mermerin üstüne düştüğünde “bana falanca böyle demişti de onun için benim kemiklerim kırılmasın” demen hiçbir şey ifade etmez, kemiklerin kırılır! Senin önce, işin doğrusunu gerçeğini öğrenmen gerekir!
Öyle ise, hiçbir din adamı, hiçbir şeyh, hiçbir hoca, hiçbir müftü senin için öbür tarafta kurtarıcı olamaz; mazeret bahanesi, vesilesi olamaz!
Herkes, tek tek, İslâm Dini’nin ne olduğunu, yani Allâh’ın yaratmış olduğu sistem ve düzenin ne olduğunu, âhirette nelerle karşılaşacağını; karşılaşacağı olaylara karşı ne gibi tedbirler alması gerekliliğini bizâtihi öğrenmek, araştırmak zorundadır.
Bir sene, iki sene, beş sene sonra başına neler gelir diye düşünüp, ona göre tedbirler almaya kalkıyorsun...
Herkes, bugüne kadar dünyaya gelen herkes, bu dünyada kalamayıp, ayrılıp gittiği hâlde; sen de bunu gördüğün hâlde; eğer sen gideceğin yerin ne olacağını -nelerle karşılaşacağını- araştırmak gereğini duymuyorsan; o zaman bunun sonuçlarına da paşa paşa katlanmak zorundasın!