Diğeri ise Avrupa’nın bilmem neresinde büyümüş, yetişmiş... O da, içinde bulunduğu toplumun şartlarına göre hareket ediyor, olayları değerlendiriyor.
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ı değerlendirebilmek için evvela evrensel düşünebilme kapasitesine ulaşmak lazım...
Böyle bir kapasiteye ulaşmamış, göresel değer yargıları ve şartlanmaları olan insanların, Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ı anlamaları ve değerlendirebilmeleri asla mümkün değildir.
Yöresel değer yargılarından arınıp, evrensel düşünebilmek düzeyine çıkabilen biri ancak Hz. Rasûlullâh’ı değerlendirebilir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) sistemi “OKU”duktan sonra, İslâm Dini’ni tebliğ etti.
Sen SİSTEM’i “OKU”dun mu? Hayır!
O hâlde, şartlanma yoluyla gelen birikimler insana gerçeği göstermez! İnsan, aklını ve mantığını kullanabildiği kadar değerlidir.
Tarih, insana gerçeği değil, saptırmaları gösterir.
Ne Emevi, ne de Abbasi tarihine inanırım. Ne Alevî tarihine, ne de Sünnî tarihine inanırım.
Efendimizden 30 sene sonra, saltanat devirleri başlamış. Sultanların yönetimi altında tarihçiler, tarih yazmaya başlamışlar.
Sultanların, diktatörlerin baskı rejimi altında yazılan tarihlere ne kadar inanabilirsiniz ki?
Şimdi, bu dedikodularla kafanızı yormak yerine, yaşamın gerçeklerini görüp, değerlendirmek ve o gerçeklere göre de hayatımızı bir düzene sokmak gerek!
Ne yapacağız, bunun için?
Bunun için Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın karşısına oturacağız. O’nun dediklerini anlamaya çalışacağız. O’nun anlattıkları istikametinde Kurân’ı anlamaya çalışacağız.
Ve, Kurân’ı anlamak için de, yaşamın gerçekleri ile âyetleri özdeşleştirerek, bütünleştirerek, deşifre etmeye çalışacağız.
Yaşamın gerçeklerine, SİSTEM’in gerçeklerine uymayan bir şeyin Kurân’da olduğunu söylerlerse, onu söyleyene kesinlikle uymayın!
Çünkü Kur’ân, Yaşamın ve Sistemin gerçeklerini açıklayan bir Kitap’tır.
Bunu başka türlü nakleden ya ard niyetlidir, ya da Kurân’ı anlayacak bilinç düzeyine sahip değildir.
Kurân’da, akıl ve mantık dışı tek bir hüküm yoktur.
İslâm Dini’ni kabullenmenin şartı:
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın Nebilerin sonuncusu ve Allâh Rasûlu olduğunu kabul etmek...
“ALLÂH” adıyla işaret edilene iman etmek...
Ölüm sonrasında hayatın devam edeceğine inanmak...
Her şeyin Allâh’ın kuvvet ve kudretinden, O’nun takdiri ile meydana geldiğine inanmak.
Bunlara inandığın anda sen “mümin”sin!
İslâm’da, kimsenin kimseyi ne dine alma ve ne de dinden çıkarma hakkı vardır. Din konusunda kimse kimseye hesap verme zorunda değildir.
Herkes hesabını ALLÂH’a verecektir. Bu konu bu kadar açık, basit ve net iken, bu konuyu zorlaştırırlarsa, bunun hesabını çok ağır öderler.
Hâlbuki, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) diyor ki:
“İnsanlara kolaylık gösterin, zorlaştırmayın! Sevdirin, nefret ettirmeyin!”
Hakiki mânâsı ile “mümin”; Hz. Rasûlullâh’ın tebliğ ettiği hakikatlere iman etmiş kişidir.
Hakiki mânâsı ile “müslim” ise; İlâhî iradeye tam anlamı ile mutlak teslim hâlinde olduğunun bilincinde olan kişidir.
Müminde şirki hafî vardır. Ama müslimde asla şirk olmaz.
Hz. İbrahim (aleyhisselâm)’ın Kurân’da geçen ifadesini hatırlayın:
“İnni veccehtü vechiye lillezi fetaras semâvati vel erda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn.”
“Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır’ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan’a) yönelttim... Ben müşriklerden değilim!”(6.En’am: 79)
İbrahim (aleyhisselâm)’ın Allâh’a teslimiyeti idrak etmesi hâlinin ifadesidir bu âyet!
Şirki hafînin kalkmış olması gerekir ki, kişi tam bir kâmil müslim olabilsin.
Antalya, 15 Kasım 1996