Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî’nin “Risâle-i Gavsiye” Tercümesi
−Yâ Gavs-ı Â’zâm! Allâh, gayrından münezzeh, Allâh’a yakındır!
Yâ Gavs-ı Â’zâm, dedi Allâh...
−Lebbeyk, Rabbi Gavs… dedim.
−Nâsut ile Melekût arasındaki her tavır şeriat, Melekût ile Ceberût arasındaki her tavır tarikat, Ceberût ile Lâhut arasındaki her tavır da hakikattır.
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... Hiçbir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!
Sonra sordum Rabbime, dedim ki:
−Hiç mekânın olur mu?
Dedi ki:
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... Ben, mekânın mekânıyım! Benim mekânım olmaz! Ben, insanın sırrıyım!
Sordum tekrar, dedim ki:
−Yâ Rabbi; hiç içer misin, yer misin?
Dedi ki:
−Yemem, fakîrin yemesidir; içmem de fakîrin içmesidir!
Ve dahi sordum...
−Yâ Rabbi, melâikeyi hangi şeyden halkettin?
Dedi ki Hak Teâlâ:
−İnsanın nûrundan halkettim; ve insanı da nûrumun zuhurundan halkettim.
Ve daha sordum.
−Yâ Rabbi Gavs, hiç seni taşıyan bulunur mu?
Dedi…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... İNSANI meydana getirdim beni hâmil olması için... Ve mükevvenâtı da İNSANI hâmil olması için meydana getirdim!
Yâ Gavs-ı Â’zâm, ne güzel tâlibim ve ne güzel talep edilendir insan. Ne güzel rakibtir insan ve ne güzel merkubtur mükevvenât.
Yâ Gavs-ı Â’zâm, insan sırrımdır ve ben onun sırrıyım! Eğer, insan indîmdeki menziline ârif olsaydı, derdi ki, bütün nefislerdeki nefsim; bu anda mülk yoktur benden gayrı!
Yâ Gavs-ı Â’zâm... İnsanın yemesi, içmesi, mekânı, hayatta duruşu, yayılışı, konuşuşu ve susuşu, yaptığı işi, teveccüh ettiği şey, gaib olduğu şey BENİM... Sekînesi, muharriki ve müsekkiniyim!
Ve bana buyurdu ki Rabbim:
−Yâ Gavs-ı Â’zâm, insanın cismi ve nefsi ve kalbi ve ruhu ve işitişi ve görüşü ve eli ayağı ve tamamını nefsimle izhar ettim... O yoktur, ancak BEN varım! Ve BEN de onun gayrı değilim!
Ve bana dedi ki:
−Yâ Gavs-ı Â’zâm, FAKR ateşiyle yanan ve ihtiyaç ateşiyle münkesir birini görürsen yaklaş ona; şüphesiz ki benimle onun arasında perde yoktur!
Ve dedi ki bana…
−Yemek yeme ve içme ve uyuma! İNDÎMDEKİ yerinde kalben ve basîretinle hazır olmadıkça.
Ve daha dedi ki…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... Benden, seferi bâtını yapmamakla uzak olursa bir kişi, onu seferi bâtın ile mübtelâ kılarım.
Ve daha dedi ki…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm, ittihad öyle bir hâldir ki, onu lisan anlatamaz! Kim ona iman ederse, kabul olur; ve kim reddederse o hâli küfretmiş olur! Kim vusûlden sonra ibadeti beşeriyetiyle irade ederse, Allâh’a şirk koşmuş olur!
Ve daha dedi ki…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm, kim saadet-i ezelî ile saadete kavuşmuş ise, ne mutlu ona. Bundan sonra mahrum olmaz ebeden!
Kim ki şekavet-i ezelî ile şakî olmuşsa, yazıklar olmuş ona; ve o ebediyen makbûl olmaz!
Ve daha dedi ki…
− Fakrı ve yoksulluğu insanı taşıyıcı kıldım! Kim ona yoldaş olursa, menziline ulaşır; sahralarda vadilerde dolaşmadan!
Yâ Gavs-ı Â’zâm... Muhabbet, seven ile sevilen arasında perdedir! Seven, sevilende yok olduğu zaman, yani seven sevilenle var olduğunda, vusûl hâsıl olur.
Yâ Gavs-ı Â’zâm... İnsan, ölümden sonra ne olacağını bilseydi, dünya hayatını sürdürmeyi temenni etmez; her an, “beni öldür” diye yalvarırdı!
Yâ Gavs-ı Â’zâm... Kıyamet gününde, indîmde mahlûkatın en sevgilisi; sağır, dilsiz, kör, hayrette olan ve ağlayandır! Kabirde de bu böyledir!
Yâ Gavs-ı Â’zâm... Beni gören sualden müstağni olur her hâlinde; görmeyen ise faydalanamaz sualden, o da işin kâliyle perdelenmiştir!
Yâ Gavs-ı Â’zâm... Bütün ruhlar raks ederler kalıplarında kıyamete kadar; “Elestü BiRabbiküm” sözünün mânâsından dolayı, sonra da derler ki, “Rabbimizi gördük!”
Ve daha dedi ki…
− Yâ Gavs-ı Â’zâm... Kim ki ilimden sonra (bir de ayrıca) rü’yet isterse o mahcubtur (perdelidir). Kim ki rü’yeti ilmin gayrı zannederse o Rabbi görmekten, güvenilmeyecek zanna aldanıp, kendini beğenmişlerden, mağrurlardan olur!
Ve dedi ki bana…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... Benim indîmde fakîr, hiçbir şeyi olmayan değildir! Belki fakîrler onlardır ki, emirleri her şeyde geçer! Bir şeye “Ol” derler ise, o şey olur!
Ve dedi ki bana…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... Cennettekilere, zuhurumdan sonra ne ülfet vardır, ne de (daha büyük bir) nimet; ateştekilere zuhurumdan sonra da ne vahşet vardır ne de hurkat (bilmezlik).
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... Her keriymden Keriym’im, her rahıymden Rahıym’im.
−Yâ Gavs-ı Â’zâm, indîmde avam gibi uyuma, beni görürsün!
Sordum, dedim ki…
−Yâ Rabbi, indînde nasıl uyuyayım?
−Cismin lezzetinden sıyrılarak; nefsin şehevâtından arınarak; ruhun anlık kaymasından kurtularak; ve zâtınla fenâ bularak uyu!
Ve dedi ki…
−Yâ Gavs-ı Â’zâm...
Dedim ki…
−Lebbeyke yâ Rabbel Arşil Aziym..?
Dedi…
−De ki: Yâ Rabbel Keriym ve yâ Rahıym…
Yâ Gavs Â’zâm, ashabından kim sohbetimi isterse, ona FAKRI; sonra FAKRIN FAKRINI; ve sonra da FAKRIN FAKRININ FAKRINI tavsiye ederim... Böylece, FAKR hâlinde onlarda BEN’den başkası kalmaz!
Ve daha dedi ki;
−Yâ Gavs-ı Â’zâm. Ne mutlu sana mahlûkatıma Raûf olabilirsen; ve ne mutlu sana onların hatalarını bağışlarsan!
Ve daha buyurdu ki;
−Ey Gavs-ı Â’zâm. Zâhidleri nefis yolunda; ârifleri kalp yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım. “Nefs”i de HÜR olanlara mahal kıldım... O yüzden “Hürlerin kalpleri sırlar kabirleridir” demişlerdir.
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Ashabına söyle, fakr hâlindekilerin dualarını ganimet bilsinler. Şüphesiz ki onlar benim indîmde, ben de onların indîndeyim!
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Ben bütün “fakr”dakilerin sığınacağı yeri, meskeni ve manzarıyım ve bana dönerler.
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Cennete nazar etme ki, beni vasıtasız göresin; ve cehenneme de nazar etme ki, beni vasıtasız göresin.
Yâ Gavs. Cennet ehli cennetle meşgûldür; azap ehli ateşle meşgûldür! Sen ise “BEN”imle meşgûl ol!
Yâ Gavs. Cennet ehlinden bazı kullarım, nimetlerimden sığınırlar bana; cehennem ehlinin azaptan bana sığınmaları gibi!
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Rasûl ve Nebilerin haricinde kullarım vardır ki, onların hâllerine muttali olamaz ne dünya ehlinden biri, ne âhir ehlinden biri, ne cennet ehlinden biri, ne azap ehlinden biri, ne Mâlik, ne Rıdvan, ve ne cennet için halkettiklerim ve ne de cehennem için halkettiklerim!