İnsan, Esmâ Hâmilidir!
Ve daha sordum…
−Yâ Rabbi Gavs, hiç seni hâmil bulunur mu?
Dedi:
−Yâ Gavs-ı Â’zâm. İNSANI meydana getirdim beni hâmil olması için... Ve mükevvenâtı da, İNSANI hâmil olması için meydana getirdim!
“Beni hâmil olması” beyanından murat, elbette ki maddi ya da fizikî taşıma değil, “varlığında barındıran” anlamındadır.
Ancak unutmayalım ki, bir insan var, bir de ondan ayrı bir mekânda veya boyutta mevcut tanrı var da; birincisi ikincisini bünyesinde barındırıyor, değil!
Bir fiilin, o fiilli oluşturan mânâyı hâmil olması gibi bir taşımadır burada kastedilen mânâ. Yani mânâ, fiilin içinde nasıl mevcut ise, İNSAN’ın da Rabbini hâmil olması öylecedir.
Yoksa, olayı mekân ve madde boyutları içinde anlamak, son derece ilkel ve yetersiz bir düşünce şeklidir. İnsanın, ilâhî isimlerin zuhur mahalli olması, yukarıdaki şekilde ifade edilmiştir, mecazî bir anlatım ile.
Veya şöyle de bunu ifade edebiliriz;
“İnsanı meydana getirdim beni taşıyan olması için. Yani, benim vasıflarımla meydana getirdim insanı ki, benim isimlerimin mânâlarını taşıyıp, onları zâhire çıkartması için.”
Ve tüm boyutlarıyla evreni de insanı taşıması için meydana getirdi!
Günümüzde Kozmik Bilinç diye tanımlanan İNSAN-I KÂMİL’in tüm özelliklerinin, her an değişik bir şekilde ortaya çıkışıyla, varlığını devam ettiren kâinat dahi, bu özelliğiyle İNSANI taşıyan olarak mevcuttur!
İnsan-ı Kâmil’in sahip olduğu özelliklerin ve mânâların kuvveden fiile dönüş mahalli olan kâinat, bu yönüyle elbette ki, insanı taşımak üzere meydana getirilmiş olarak tarif edilmiştir.
Bunu daha değişik bir ifade ile şöyle de dile getirebiliriz.
İNSAN’ın sayısız vasıf ve özelliklerinin ortaya çıkması için meydana getirilmiş yapıdır kâinat.
Sanki, bedenin kendisi kâinattır; özü, ruhu da İNSAN-I KÂMİL ya da bugünün deyimiyle Kozmik Bilinç!