Vitriyet-Vâhidiyet-Ahadiyet
−Yâ Gavs! Cisimlerden ve nefsinden çık; sonra kalplerden ve ruhlardan çık; sonra hüküm ve emirden çık; ki bana vâsıl olasın!
Alışılmışın biraz üstünde anlatmaya çalışalım bu cümleyi...
Nedir anlatılmak istenen?
“Bana vâsıl olasın!”...
Peki, “vuslat” denilen hâlin gerçekleşmesi için ne gerek?
Önce, “cisimlerden ve nefsinden çık!”...
Bu cümle ile hitap edilen kişi avam değil, havâsstır! Mutmainne mertebesindeki velîdir muhatap!.. Radiye mertebesindeki velîdir muhatap... Onlara denilmektedir “cisimlerden ve nefsinden çık” diye.
Çünkü bu mertebedeki kişi bilir ki, tüm cisimlerdeki, birimlerdeki “Nefs”, TEK’tir! Ve o “Nefs” aynı zamanda kendinin de nefsidir!
Bu sebepten de, cisimler diyerek her şeyden söz edilmesine karşılık, “nefsinden” şeklinde tekil ifade kullanılmaktadır.
Bu mertebedeki bir velî, âlemi kendi cismi; kendini de o âlemin “nefsi” gibi görür. Oysa bu görüş, bir üste göre, kısıtlı ve kayıtlı bir görüştür. Efâl müşahedesiyle perdeliliğe yol açar.
Kendini tanımadan asıl gaye, Zât’ını tanımaktır...
Zât ise, TEK’tir!
Ya özünüze yönelirsiniz, ya da dışa yani çevrenize. İşte burada bu gerçek anlatılarak “ÖZ”ün tanınması için yapılması gereken şey anlatılıyor. Dıştan içe yönel!
Evet, yapılacak iş, fizik mânâda kopmak ya da çıkmak değil, daha tafsilâtlı kendini tanıyabilmek için, dışa yönelimi azaltmak. Ve “Nefs”ten çıkmak! “BENLİK”siz kalmaktır!
Vâhidiyet mertebesi Nefs ile kaîmdir. FERD’tir Nefs!
Ahadiyet ise Hüviyet’tir ki, Eniyet kabul etmez...
Ahadiyet, Eniyet dolayısıyla Vâhidiyet mertebesine tenezzül eder ki, “Ferd” ismiyle tanınır.
Vitriyet ise, kesretin hükmî nihayeti dolayısıyla erişilen Tek’lik mertebesidir. Kesret kavramının kalkışı ile Vitriyet hâsıl olur.
“Nefs-i küll” kavramı kalkınca “Vitriyet” yaşanır!
İşte yukarıda, çıkılması gerekli olarak işaret edilen Nefs, “Nefs-i küll”dür.Ki neticede Vitriyet tahakkuk etsin ve Zât’a yönelim başlasın. Vitriyet kesretin nihayeti ve kalkışı olarak, “Ferdiyet” yaşamını getirir.
Bütün bunlar “Mardiye nefs” ismiyle işaret edilen bilinç düzeyinde başlar.
Bundan sonra, “kalplerden ve ruhlardan çıkmaktan” söz ediliyor.
Burada da anlatılmak istenilen, “kesret müşahedesinden” kurtulmaktır.
Yani, Hakk’ın varlığı olarak birçok varlıklar mevcut değildir!
Kalpler ve ruhlar mevcut değildir!
Bunların hepsi de vehim yollu görülen hayallerdir! Gaflet ve uykuda olmanın sonucu olarak meydana gelmektedir!
Çünkü bunların hepsi de, “ilmî sûretler” olmaktan öte bir şey değillerdir!
“İlmî sûretler” ise ancak ve ancak, sadece ve sadece Allâh’ın ilminde mevcutturlar!
Bu anlattıklarımızı size ne nispette ulaştırabileceğiz, bilemiyoruz. Elbette her okuyan, istidadı nispetinde, takdirindekini alabilecektir.
Ehli, zaten bunların böyle olduğunu bilir. Yaşamayana ise ancak bu kadar açıklaması mümkündür. Biline ki, böyle hâller de vardır!
“Sonra emir ve hükümden de çık”...
Ya, bu ne demektir?
Emir ve hüküm, hep kesret âleminin neticesidir! Kesret âlemi içinde, varlıklar arasında geçerli bir sistemdir.
Bu kavramla kayıtlı bir müşahede devam ettiği sürece, kesret âleminin son bulması ve Teklik seyrine girilmesi asla mümkün olmaz! Bu yüzden de, Allâh’a urûc murat ediliyorsa, çokluk görme basîretsizliğinden arınıp; Emir, âmir, memur; hâkim, mahkûm, hüküm üçlüsünün var olmadığını idrak edip; TEK’in seyrine girilecektir.
İşte o zaman “kader sırrı” da açılır ki, bu da “Vâhidiyet” mertebesinde yaşayanın vukuf sahibi olduğu hâllerden biridir!