− Evet! Gözüm dünyayı görmüyor, dünya değerleri diye bir şey düşünmüyorum. Sadece Allâh ve Allâh Rasûlünü düşünüyorum. Kavga, dedikodu gibi şeyler kafama gelmiyor. Sadece Allâh’ı tespih edip, zikredip onu düşünüyor ve tefekkür ediyor, hissedip yaşıyorum.
Ama, Rasûlullâh’ın yanından ayrılınca, bunların hiçbiri kafamda kalmıyor! Dolayısıyla, ben münafığım! İki yüzlüyüm! Orda başka şey düşünüyorum, burada başka şey düşünüyorum.
Hazret Ebu Bekir bakıyor...
− Arkadaş, ben de senden farklı değilim. Gel Rasûlullâh’a gidelim, diyor.
Beraberce mescide gidiyorlar. Sabah namazına gelmiş Rasûlullâh da!
Soruyor Rasûlullâh;
− Hayrola, ne oldu?..
− Yâ Rasûlullâh! Ben münafık oldum, diyor sahabe...
− Niye? Sen, Allâh’a ve Rasûlü’ne iman etmişsin, kabul etmişsin. Nereden çıkardın bunu?
− Ne bileyim işte! Bilemiyorum! Seni dinliyorum, zikirler yapıyorum. Fakat buradan çıktıktan sonra bunların çoğu geri planda kalıyor, dünya kavgaları, gürültüleri, dedikoduları, alış veriş zamanımızı alıyor...
− Sen burada olduğun gibi dışarıda da olabilseydin, meleklerle her an görüşüp; her an Allâh ile konuşur, takva yapardın...
Bu öyle kolay bir iş değil!
Kendi kendime pâye çıkartıyorum. Demek ki, diyorum.
Bu güzel konuları güzel güzel konuşuyorum ama, buradan çıkınca herkes gibi, yediğim içtiğim oturduğum zaman, eğlendiğim zaman vs. dünya, beşerî hâllerimi yaşadığım zaman da tam imansız biri gibiyim; diyerek kendime bundan bir şeyler çıkartmaya çalışıyorum.
Ama bu, yaşamın en büyük gerçeği!
Sükûtuhayale uğramak demek, yaşamın gerçeği ile yüz yüze gelmek demektir!
Çünkü, yaşamın pek çok gerçeği, bizim hayal ettiğimiz gibi değildir.
Biz, yaşamın düzen ve sistemini idrak edemiyoruz, kavrayamıyoruz. Çünkü, daha kozamızdan başımızı dışarı çıkarıp şöyle bir gerçek âleme bakamamışız.
İşin püf noktası burasıdır.
Kozamızın içindeki hayale dayanan gerçeklerimiz, yaşamın gerçekleri ile pek bağdaşmaz!
Doğduğunuz, büyüdüğünüz köyün, kasabanın ya da şehrin gerçekleri o ülkenin sınırları dışında çoğu zaman bir değer ifade etmez!
Sizin doğup büyüdüğünüz, Türkiye sınırları içinde kalan değer yargıları ile Tayland’daki, Malezya’daki, Afrika’daki Tatıku kabilesindeki değer yargıları ve oranın gerçekleri birbirinden çok farklıdır.
Ama, bunların hepsi Allâh kuludur.
Bütün bu Allâh kullarında çok çeşitli değer yargıları varsa; siz bu farklı değer yargılarından yalnızca birini kabullenip, benimseyip, onun üzerine hayaller kurduysanız; başka gerçeklerle karşı karşıya geldiğiniz zaman mutlaka sükûtuhayale uğrayacaksınız.
İşte bu sükûtuhayale uğramanızın sebebi, bilemediğiniz bir gerçekle karşı karşıya kalmış olmanızdır.
Onun içindir ki, “hayal hayatın desteği, sükûtuhayal gerçeği” diyoruz.
İnsanın ne kadar çok sükûtuhayali olmuşsa, yaşamında, o kadar çok defa gerçeklerle yüz yüze gelmiştir, demektir.
“Ben hiç sükûtuhayale uğramadım” diyen insan da, kendi hayal dünyasından dışarı başını çıkartmamış, yaşamı kozası içinde geçmiş demektir.
Onun içindir ki, gezmenin faydası çoktur. Çok gezerseniz, gezdiğiniz yerlerdeki başka başka değerleri, bakış açılarını görür, fark eder, o zaman “Allâh”ı biraz daha tanırsınız.
Zira, sizin kozanızın tanrısından çok farklıdır, demek dahi abes gelir, “Allâh”ın varlığa bakış açısını kıyasa sokmak!
Ne yapacağız?..
Yapacağımız çok basit...Hayatta ne ile karşılaşırsak karşılaşalım, o karşılaştığımız olayı “Şu an için, Allâh bu olayın böyle cereyan etmesini istemiştir” diyerek olduğu gibi kabullenmektir.
“Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler!” diyerek, teslim olmak... Bana göre yapacağınız en akıllıca iş budur.
Dün nice, yanlış dediğiniz şeyler, ertesi gün baktınız ki, doğru çıktı.
Nice, sizi sevindiren şeyler zaman içinde gördünüz ki, büyük acılara sebep oldu.
Nice günlerin değer yargıları, daha sonraki günlerde alt üst oldu.
Öyle ise, yaşadığımız gün içinde, aklınız yettiğince, doğru bildiğinizi yapın ve onun ötesinde de;
“Allâh’ım! Ben bugün ihsan ettiğin ilme göre bunu doğru bilip, böyle yaptım. Ve, samimiyetle yaptım. Sen bana indînde bu işin hakikati farklı ise, değişik ise, o hakikati, gerçeği de anlayıp idrak etme yolunu kolaylaştır, o anlayışı bana nasip eyle!” diye dua ediniz...
Bana göre en çıkar yol bu! Hatta, dahasını yapabiliyorsanız, olduğu gibi seyredin bütün olayları ve yaşamı, yorumsuz bir şekilde seyredin! “Dilediğini yapıyor” deyin!
Çünkü, Kurân’da da;
“Ben dilediğimi yaparım!” diyor.
“Ben dilediğimi yaparım” sözünün geçerli olduğu yer, bizim komşu Andromeda Galaksisi değil!
O’nun, “dilediğimi yaparım” dediği alan-boyut kapsamına, Samanyolu Galaksisi ve şu bizim Dünya ve bizim algıladığımız boyut da giriyor! Bunu kavrayın artık!