Yok! Böyle ünvan ve kavramlar yok dinde!..
Ama sen hayalinde tanrılar yarattığın gibi, hayalindedin adamı sınıfı yaratırsan, hayalinde birtakım insanlara pâye verirsen...
Sonra da o yarattıklarına kulluk eder, tapınır; hatta hatta olayın derinliğinde iyi bir müşrik olursun.
Câmide imama gerek yok mu?
Hayır! Câmide görevli bir imama gerek yok.
Namaz vakti geldiğinde câmiye insanlar toplanır, içlerinde en ehil kim varsa aralarında karar verir; “Sen bu işi daha iyi biliyorsun” derler ve başa geçirirler, hep beraber cemaatle birlikte namaz kılarlar. Rasûlullâh’ın uygulaması buydu...
Falanca bu konuyu iyi biliyor. Filanca daha iyi biliyor. Gider, ondan da dinlersin. Sonra onu dinler, daha ötekini dinler, neticede kendi aklın ve mantığınla kendi kararını verir, kendi yolunu çizer, sonucuna da katlanırsın.
Efendim, falan zâta gittim de, beni yanılttı da, bu hâle geldim... Böyle bir mazeret ölüm ötesi yaşamda geçerli değil!
Herkes kendi aklı, mantığı, iradesiyle kendi yolunu çizmek mecburiyetindedir, “İslâm Dini”nin sistem ve düzenine göre...
Ya aklınızı mantığınızı kullanır, kendi yolunuzu çizersiniz, ya da sonucuna katlanırsınız.
İş hayatınızı kurmak, yarın sosyal bir mevkiye gelmek için nasıl belli çalışmalar yapıyorsanız, Allâh indînde de belli bir değer kazanmak için, belli çalışmalar yapmak, belli zamanınızı ayırmak, belli araştırmaları uygulamak zorundasınız.
Bunu yapmazsanız, kendi kendinize zulüm yapmış olursunuz.
Nefsinize zulüm ederseniz eğer, neticesinde gelecek azap ve sıkıntılar da dışarıdan biri tarafından verilmiş sıkıntılar olmaz; kendi yaptığınız yanlışların sonucu olarak başınıza gelir.
Eğer, benden yanlış bilgiler alıyorsanız, öbür tarafa gittiğinizde, “Ahmed Hulûsi bizi yanılttı” diye bir mazeret söz konusu değildir! Benim anlattıklarımla kalmayın... Gidin, kaynakları araştırın!
Allâh Rasûlü’nün hadislerini okuyun!.. Kurân’ın çeşitli tefsirlerini okuyun, çeşitli yorumları görün! Çeşitli bilgi sahibi insanlarla sohbet edin, onlara sorular sorun!
Neticede benden aldığınız bilgilerin, oradan aldığınız cevapların hepsini bir sentez yapın; kendi yolunuzu kendi aklınızla, idrakınızla çizin! Yapılması gereken şey budur. Aksi hâlde kendinize yazık edersiniz!
“Allâh’ın sistem ve düzenini” anlamadan, kendi hayalinizdeki değerlere göre, kendi hayalinizde yarattığınız gerçeklere göre olan bu yaşama biçimi, sizi neticede büyük pişmanlıklara sürükler.
İşte bu sebeptendir ki, sadece benim kitaplarımla yetinmeyin! Bu kitapları okuduktan sonra başka kitapları da okuyun! Geçmişte maneviyat ehli kişilerin değerli kabul ettiği, büyük kabul ettiği kişilerin kitaplarını da okuyun!
Bir Abdülkâdir Geylânî’nin kitaplarını okuyun. Bir İmâm Gazâli’nin kitaplarını, Muhyiddini Arabî’nin kitaplarını okuyun, Nefâhat-ül Üns’ü okuyun! Geçmişte yüksek evliyaullâhın hayatlarından kesitler verir. Tezkiret-ül Evliya’yı okuyun. Ahmed Rufaî’nin kitaplarını okuyun.
Bütün maneviyat ehli önde gelen kişilerinin kitaplarını okuyun. Şayet onları okuduğunuz zaman benim yanlışlarımı görürseniz, benim yanlışlarımı bir yana bırakıp, onların dediği istikamette yürüyün!
Çünkü, hiçbir zaman, hiç kimse Allâh Rasûlü dışında kimseye tâbi olmakla zorunlu ve mükellef değildir!
Kabre girdiğin zaman; hangi tarikattansın, hangi mezheptensin; imamın hangi hoca efendi, hangi şeyh efendi, hangi mürşid efendi, hangi gavstı demeyecekler!
Kabirde size sorulacak üç soru var:
“Men Rabbuke?
Men Nebiyyüke?
Men Kitabüke?”
Bunu söyleyen Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)...
“Rabbin kim? Nebin kim? Kitabın ne?” denecek sana...
Hangi mezheptensin, hangi tarikattansın diye sorulmayacak!
Öbür dünyada tarikat ve mezhep kavramı yoktur.
Size derler ki; bir tarikata girmezsen, senin yaptığın hiçbir ibadet kabul olmaz! Eğer bir mezhebe girmezsen yaptığın hiçbir ibadet kabul olmaz!
Bunların hepsi yanlış, bâtıl ve geçersiz!
Kim Kurân’a ve Allâh Rasûlüne iman ediyorsa, kim Kurân’da bildirilenlere iman ediyorsa, kalben bunu tasdik ediyorsa o kişi mümindir.
Bu imanı ile o kişi cehennemden geçer, cennete girer! Bunun aksini kimse söyleyemez!
Bir laf dolaşıyor ortada anlamı saptırılarak; “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır”...
Evet, doğru! Ancak Mürşid, KURÂN’dır!
Eğer mürşidin Kur’ân değilse öyle! “Mürşid” demek; “Aydınlatan” demek... Yani, seni aydınlatan bilgi kaynağı Kur’ân değilse, sen vehmine, hayaline, kendi zannında tasavvurunda yarattıklarına tâbi olursun.
Bunun sonucunda da, gerekenleri yapmadığın için helâk olursun, demektir bunun mânâsı...
Biz, Kurân’dan öğrendiklerimizin anlayabildiğimiz kadarını sizlerle paylaşırız.
“Biz” dediğim kim? Kendini merakı dolayısıyla bu konuya vermiş, bu konuda birtakım çalışmalar yapan kişiler, “biz”!
“Biz” kelimesi, “Şu işin bir okuluna girelim, bu işin eğitimini yapalım, bu işten iyi para kazanalım” deyip de bu konuyla ilgilenenler değil! Meslek olarak “din”le ilgilenmeyi seçenler değil! Profesyonel olarak, para kazanmak için, dinle ilgilenmeyi seçenler değil! “DİN”in sırtından para kazanıp zengin olanlar; bunu hedefleyenler değil!