Ben buradayken anlattıklarımı değerlendirebildiniz mi? Hayır! Şimdi üzülmenin faydası var mı?
Herkes kendisine göre değerlendirmiştir az veya çok, üç veya beş. Ne var ki neticede, herkes değerlendirememenin sıkıntısını duyuyor. “Buradalığını çok daha iyi değerlendirebilirdim” düşüncesi var herkeste.
Demek ki, bak şu anda sende, daha iyi değerlendirebilirdim düşüncesi var ve böyle diyorsan, bunun bin katını veya milyon katını öbür tarafa gidince duyacaksın...
Şimdi, ben gitsem de ortada kitaplar, kasetler var, bilgiler var...
Onlarla meşgûl olup, bundan sonrasını bir miktar toparlayıp da gitme şansın var. Ama, sen öbür tarafa gidince, artık hiçbir şekilde telâfi şansınız kalmayacak.
Daima küçük örneklerden büyük olayları anlamak lazım!
Burası imtihan dünyası!
Hz. Muhammed gelmiş! O’nun yanında bütün Kureyş’in münafıkları, müşrikleri!
Hz. Muhammed’einanmak için birisi geldiği zaman Mekke’ye dışarıdan, bunlar adamı hemen kuşatıyorlar... O’nunla daha görüşmeden veyahut da görüşüp çıktıktan sonra;
“Muhammed şunu yapıyor, böyle saçmalıyor, Muhammed cinlerden bilgi alıyor...” gibi bir yığın iftira atıyorlar.
Ve, gelenin kafası karışıyor, onların dedikleri doğru mu değil mi, diye..
Bu imtihanı geçebilen, O’na iman ediyor, kendini kurtarıyor.
Ama gelip de, bu şehrin halkının etkisi altında kalıp, O’ndan istifâde edemeden dönenin azabı, gelip istifâde edenden yüz kat farklı oluyor...
Hz. Muhammed, 13 sene Mekke’de yaşadı. Bu süreç içinde sadece 40-50 kişi iman etti.
Ama, o arada dışarıdan gelip görüşen binlerce insan oldu.
O günlerde büyük çoğunluk, o çevreyi saran, O’nu kötüleyen insanlar yüzünden onların etkisinde, vehimlerinin etkisinde kalarak O’ndan istifâde edemediler.
Hz. Muhammed’in yaşadığı olay, senaryo, o devre mahsus değil, her devirde mevcut! Her devirde ilim sahiplerinin etrafını saran bu tip kişiler vardır.
Kimi ararsan ara, tarihe bak! Muhyiddini Arabî’yi saran kişiler vardı. Mevlâna’yı kuşatan şeytanın dilleri vardı; Gazâli’yi de saran böyle kişiler vardı; hepsinde vardır! Özel olarak meydana getirir Allâh! Çünkü insanın imtihan dünyası bu!
Ya ilim ve idrak sahibi olarak etrafa boş vereceksin...
Kendi aklınla kendi yolunu çizecek, etrafın söyledikleri beni ilgilendirmez deyip, ilminle kendi yolunu çizeceksin.
Veyahut, etrafın dediğine bakacak, etraftan bir parça olacak; sürüdeki bir güdülen olacak; ve sonuçta da ilimden mahrum kalarak yaşayacaksın!
İşte bu yüzden, izaha çalıştığım üzere bu tür engellemeler bugün de olacak, yarın da! Ölene kadar da bu tür olaylarla karşılaşacaksınız.
Yarın bir büyük âlim zât bulacaksınız... Ne olacak?
Yanına gitmek isterken, bir yığın insan çıkacak karşınıza ve size; “Bu zât böyle yaşıyor, şöyle yaşıyor ya da şunu yapıyor, bunu yapıyor” deyip sizi engellemeye çalışacaklardır.
Sizi ilgilendiren şey; Onun neler yapıp neler yapmadığı, ömrünü nasıl geçirdiği değil!..
Onun ortaya koyduğu ilim olmalı! Eğer işine yarıyorsa, al kullan! Beğenmiyorsan bırak!
Ben şuraya geliyor, yarım saat, bir saat kadar sizinle sohbet ediyorum. Sonra, sen evine ben evime! Senin yaşantın sana ait, benim yaşantım bana. Beni ne ilgilendirir senin özel yaşantın? Seni ne ilgilendirir benim özel yaşantım? Ben sana soruyor muyum? Ne yiyor ne içiyorsun, nerede, kiminle yatıp kalkıyorsun? O hâlde, senin de bana böyle bir şey sormaya hakkın yok!
Birbirimizi ilgilendiren şey ilim noktasıdır. Ortak noktamız sadece ilimdir, bilgidir.
Bunu anlamıyorsan bunun neticesine de katlanacaksın. Pahasını da bir hayli ağır ödeyeceksin, hem de tahmin edemeyeceğin kadar ağır!
Bir Nebi ile Cenâb-ı Hak arasında bir konuşma vardı.
“Bir kavme bir belâ geleceği zaman, sorar Allâh Nebisi;
− Yâ Rab! Bu kavmin içinde iyiler yok mu hiç?
− Çoğunluk kötülerdi, der Cenâb-ı Hak.
− Peki iyiler?
− İyiler de iyiliklerinin karşılığını âhirette alacaklar! der.”
Bir toplum bozulduğu zaman, belâ hepsine birden gelir. İçindeki iyiler hürmetine o geri çevrilmez!
Nasibi olan bu bilgiyi zaten bir yerden alır. Öyle yerlere gitmiş ki kitaplar ve kasetler, ben de duydukça şaşırıyorum!
Hele internetten bu bilgileri edinenler?!!
Aklımın, hayalimin almadığı yerlerde, bir bakıyorum adam bir kitap veya kaset bulmuş, bir şeyler yapıyor kendi başına...
Nasibi olmayanın eline geçiyor ama, değerlendiremiyor, bir yerlere koyuyor, “Etraf böyle diyor” dedikodularına uyup, ihmâl ediyor ve gidiyor...
Ne değerlendirebilene bir şey denebilir, ne de değerlendiremeyene.
Nasibi yoksa, ilmin ona ulaşmaması için bir şey mutlaka bahane olur.