“Allâh” ismiyle işaret edilen, ilim sıfatından bildiğimiz, anladığımız kadarıyla, Esmâsı ile; yani Allâh’ın isimleri ile işaret edilen özelliklerle sayısız varlıkları yaratmıştır.
Bunları ne ile yaratmış?
Zâtî vasıfları olan, İlim, İrade, Kudret vasıfları ile yaratmıştır.
Yani, bu özellikleri ile bunları yaratmıştır. Ama, bunları yaratan “Zât”, nasıl bir “Zât”tır? Sualinin cevabı burada yok!
Zât’ın anlaşılması, Allâh’ın Zâtı’nın anlaşılması muhâldir.
Bir ressamın eserlerini görebilirsin. Sayısız resimler yapar!
Sayısız resimleri, kendisindeki sayısız özelliklere dayanarak yapar. Ve, ressamda daha ortaya koymadığı sayısız özellikler var. Ama, bu özellikler nerede ve ne’de mevcuttur dendiği zaman; ressamın “Ben”liğinde, “Zât”ında mevcut, dersin. Başka bir açıklama getiremezsin artık, mümkün değil!
İşte, onun içindir ki, Allâh’ın Zâtı’nı anlayıp, idrak etmek mümkün değildir.
“Zâtı ile şöyle yaptı, Zâtı ile böyle yaptı. Zâtımda zâtı mevcut!” türünden ifadeler dahi, aslında yetersiz ve kullanılmaması gereken ifadelerdir.
Kullanılıyorsa, bir şeyi anlatmak, tanımlamak amacı ile anlatılır. Ama, gerçekte kullanılmaz!
Çünkü, Allâh’ın Zâtı; ifadeye, kelâma, düşünceye, tefekküre gelmez!
Allâh, bütün mevcudatı, kendi ilmi ile, kendi ilminden ve kendi yarattığı özelliklerle meydana getirmiştir.
O varlıkların hiçbirinin elinde değildir, var olmamak ya da var olmak!
Yaratan, hangi amaç ve gaye ile onu yarattıysa, o, amacına göre görevini yapar. Bu, doğal kulluğudur. Ya da fıtrî kulluğudur.
Onun yaradılış amacı, sana vesile olmak, sana bahane olmak!
Onun bu işte nasibi yoktur. Sana vesile olmak için yaratılmıştır. Görevini yapar ve gider.
Niye böyle?
Allâh onu, o amaçla yaratmış...
Mozaiğin bir kısmını kare şeklinde, salonuna döşemiş, bir kısmını da merdiven basamağında kullanmışsın! Sana soruluyor mu? Niye, mozaiği kare şeklinde salonda veya merdivenin birinci basamağında kullandın, diye!
Sana sorulmadığı gibi, Allâh da “Mâlik’el Mülk” olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, yani dilediğini dilediği amaca uygun olarak, dilediği görevle yaratır.
O, kulluk görevini yapar, vazifesini tamamlar ve geçer gider...
Neticede; her birimiz, Allâh’ın ilminde bize takdir ettiği görevi ve yaşamı, yaşamak ve yerine getirmek üzere var olmuşuz.
Bu sebepten dolayı da, herhangi bir kişiyi suçlayamayız! Kınayamayız! Hor hakir göremeyiz! Dileriz ki, Allâh ona da selâmet ihsan etsin! Ama, eder veya etmez. O gene O’nun bileceği iş! Niye etti veya niye etmedi de diyemeyiz!
Eğer biz, ilim üzere isek şükrederiz. Çünkü, bize bunu takdir etmiş. Şükründen âciziz.
Biz seçip almadık, ilim üzere olmayı! Yok, ilim üzere değil de, delâlet üzere isek, gene hamd ederiz. Çünkü, bize bunu takdir etmiş, bunu uygun görmüş. Ne söyleyebiliriz ki! Onun hâli bize nasip olabilirdi. Bizim hâlimiz ona takdir edilebilirdi.
***
Yürümeye çalışan, emekleyen bebeğin ayağa kalktığında, zaman zaman düşüp elini yüzünü kanatması gibi; sizler de gerçeği fark etmenize, idrak etmenize rağmen; zaman zaman çevre şartları, etraf vs. gibi duygusallıklarla, birtakım yanlışlar yapacaksınız... Bu, kaçınılmazdır! Önemli olan; bu yanlışınızı en kısa sürede fark edip; yeniden o gerçeklere göre hatanızı düzeltmektir!
“Eyvah, ben hata yaptım; bu işlerden bir yanlış, kusur dolayısıyla uzaklaştım” diyerek sakın bundan dolayı umutsuzluğa kapılmayın! Yaşadığınız sürece hatanızdan dönme, rotanızı düzeltme şansına sahipsiniz!
Bir insan hangi gerekçe ile olursa olsun birtakım yanlışlar, hatalar, kusurlar yapmış olabilir.
Bir insan geçmişinde uyuşturucu, esrar kullanmış olabilir. Bir insan geçmişinde en büyük hataları, kusurları, yanlışları yapmış olabilir... Fakat o insan, yaşadığı, nefes aldığı sürece, bütün bunları geride bırakıp; yeni bir sayfa çevirip; gerçeklere göre yaşamına yön verme şansına sahiptir!
Dünü dünde bırakıp, yarına yeni bir sayfa açma şansına, her insan sahiptir! Bizler, hiçbir şekilde kişileri dününden dolayı sorgulama, itham etme, yargılama hakkına ve selahiyetine sahip değiliz.
Herkesin “dün”ü, kendisini ilgilendirir; “dün”ünün sonuçlarına kendisi katlanacaktır. Biz, bilgimizle karşımızdakine yardımcı olmak; yarınına en güzel şekilde hazırlanmasına vesile olmak durumundayız. İnsanları “dün”lerinden dolayı yargılamak pozisyonunda değiliz!
Şu yeryüzünde, şu bedenle yaşadığımız sürece, geçmişimizdeki bütün eksik, noksan ve yanlışlardan kurtulabilme şansına sahibiz!
Geçmişinize tövbe edin; istiğfar edin demiyorum, geçmişinizdeki yanlışları fark etmeye çalışın diyorum! Geçmişinizdeki yanlışları fark etmenin yolu, sistemin gerçeğini idrak etmekten geçer!
Taklit yollu yapılan şeyler, insanlara fazla bir yarar sağlamaz!
İşin hakikatini, sistemin gerçeğini kavramaktır önemli olan... Eğer işin hakikatini, doğrusunu fark ederseniz, bu gerçek doğrulara göre, yanlışlarınızı görüp idrak edeceksiniz demektir...
Onların yanlış olduğunu, yapılmaması gereken, size zarar veren şeyler olduğunu idrak ettiğiniz zaman; bunu kesinlikle bir daha yapmamaya karar verirseniz, işte bu idrakınızın oluştuğu an, sizin “tövbe” anınızdır!
Eli ateşe girip yanmış bir insan ikinci defa elini o ateşin içine sokmaz!
Yanlışını idrak edip, kesinlikle o işi bir daha yapmama kararı “tövbe”dir!