Hâlinden pişmanlık duyma ve üzülme, istiğfardır; dille “estağfirullâh” demek değil!
Öyleyse günlerinizi boş vakitlerinizi daima sistemi anlayıp, “OKU”mak için değerlendirin... Bilmediğiniz şeylerin size bir getirisi olması mümkün değildir!
Ne kadar bilginizi arttırırsanız Allâh’ın yaratmış olduğu bu sistem ve düzenin işleyişini ne kadar kavrarsanız, o kadar hızla ilerleyecek, tekâmül edecek, kendi ÖZ’ünüzdeki güzelliklere kavuşacaksınız!
“Ben şu yaşa geldim, şu yaştayım” gibi cahilâne, şartlanma yollu değer yargılarınızı derhâl kafanızdan çıkarın!
Ölüm ötesi yaşam boyutuna göre, eğer 70 sene yaşamışsanız, 8.6 saniye geçirdiğiniz şu Dünya üzerinde, kendinize yaş-zaman sınırlaması getirmeyin!
Gerçekte, şuur boyutunuz itibarıyla, siz “yaş”sızsınız! İnsan, “yaş”sız varlıktır! Kendinizi kafanızdaki zaman şartlanmasından kurtarın!
Dünkü bedenle değilsiniz bugün! İnanmıyorsanız 5-10 sene evvelki resminize bir bakın... O beden zaten yok! O beden zaten yok olduğuna göre, bugünkü bedeninizin de yaşı yoktur! Yani şu yaştayım değil, şu kadar yıldır Dünya’da şu bedeni kullanıyorum, diyebilirsiniz en fazla...
Öyle ise yaşamımızın her anı Allâh’ın Sistem ve Düzenini anlamak için bilgi almak; bu konuda çevremizdekilerle tartışıp onlardan yararlanmak; eğer bilmiyorlarsa, bilmediklerini öğretmek; biliyorlarsa, onların bildiklerinden faydalanmak şekliyle günlerinizi değerlendirin... Bu, sizin kendi geleceğiniz için geçerli ve gerekli!
Bize göre dünyaya gelmiş olan en değerli ve yüce insan, Hz. Muhammed dahi insanlara yaranamamıştır!
Bugün birtakım insanlar cahilâne bir şekilde ona tapınırken; bir kısım insanlar O’nun yüceliğini hissetmeye, kavramaya çalışırken; büyük bir kısım insan topluluğu da O’nun yatıp kalkmasıyla; kaç kadın almasıyla laflayıp lakırdılayıp; kendi geleceklerini mahvetmektedirler! Hz. Muhammed’in getirdiği ilim bizim için önemlidir; O’nun özel hayatında nasıl yattığı nasıl kalktığı, ne yiyip içtiği değil!
Akıllı insan, karşısındakinin ilmi ile ve beyni ile ilgilenir; diğer organları ile değil!
Ahmaklar da kendilerinde ağır basan organlarla ilgilenip; beynin ikinci eseri olan ilmi ikinci plana atarlar!
Bunun sonucu da, onun ilminden mahrumiyet; böylece de kendi geleceklerini tümden cehenneme döndürmeleridir. Ayrıca bir başkasının onları cezalandırmasına gerek yok; çünkü onlar ilimle değil, insanların organları ile ilgilenmelerinin sonucunda, kendi geleceklerini cehenneme döndürüyorlar ki, zaten, onlara bu ceza yeter!
− Deniyor ki, “Ruh bedenden ayrılıp dönmediği vakitte beden ölür”. Burada açık nokta kalıyor... O zaman ruhun bedenden bizâtihi ayrılma olayı var demek ki, bu hususta ne diyorsunuz?
− Ruhun bedenden ayrılma olayı var; fakat “rüya” dediğimiz olayların büyük bir kısmının, beynin radar dalgaları ile oluştuğunu söylüyoruz burada... Bu ikisi ayrı şey!
Gerek, “Tayyı mekân” dediğimiz olay yani Kurân’daki “İsra” olayı; gerekse, “Fetih” nasip olanın yaşadığı olaylar, ruhun bedenden ayrılması olayıdır.
Buna mukabil, beynin yaydığı radar dalgalarıyla Dünya üstündeki çeşitli yörelere veya kişilere yönelme olayı farklıdır. Bu ikisini birbirinden ayırmak lazım.
Ayrıca beyin ve ruh her an birbiri ile iletişim hâlindedir ve bedenin enerjisi ruhtan takviye alır; daha doğrusu beyin ruhtan takviye alır...
Aynı şekilde beyin, eğer ruhtan takviye alamazsa bunun neticesi olarak beyinde enerji düşmesi ile ani ölümler meydana gelir.
Benim beyin dalgalarımla yaydığım radar dalgaları ile görülen rüyalar; veya yaşanılan başka olaylar esastır. Ruh kesinlikle bedenden ayrılmaz demiyoruz, buna dikkat edin!.. Rüyada yaşanan olaylara bağlantılı olarak, beynin yaydığı radar dalgalarının tespitinden söz ediyorum.
Rüya sırasında, beyin radar dalgaları yaydığı gibi; esasında normal yaşamda da bu tür dalgalar yayar ayrıca... Yani beynin yaydığı radar dalgalarının sonucu olarak algılanılan hissedilen olaylara dikkatinizi çekmek istiyorum.
− “İn’am üzere olanların yoluna yönelmek” diye dua ettiğinizde, gençliğinizde, Hz. Rasûlullâh, Ebu Bekir ve Âli’yi düşündüğünüzü söylemiştiniz... Oysa Antalya’da yaptığınız konferansta, Hz. Âli’nin, Hz. Ebu Bekir’in Hz. Muhammed’e dayalı bir şekilde müslüman olduğu, Hz. Muhammed’in ise orijinde Müslüman olduğu gibi bir kayıt var.
Belki yanlış algılamış da olabilirim... “Orijini getiren, kendinden alan gibi olmaz” demiştiniz.
− Ben, cebimdekileri anlatıyorum! Cebimde, şu şu var diyorum... Cebimdekilerden anlattığım kadarını, sen gidiyorsun bitişik odadakilere “Üstadın cebinde şunlar şunlar var” deyip onlara tarif ediyorsun.
İkinizin arasındaki fark nedir?
Ben, cebimdekileri sana anlatıyorum... Cebimdekilerden anlatmak istediğim kadarını, seni ilgilendiren kadarını sana anlatıyorum... Sen, “Üstadın cebinde şunlar şunlar var” diyerek bir başkasına tarif ediyorsun.
Şimdi, seninle benim durumumu al, aynı şekilde Hz. Rasûlullâh’ın kendi ceplerindekileri anlatmasıyla, benim Hz. Rasûlullâh’ın ceplerinden duyduğumu anlatmam arasındaki farkı sen değerlendir. Onun için ben diyorum ki; hiçbir zaman ben, Hz. Rasûlullâh’ın kesip attığı tırnak bile olamam!
İslâm’ın şartı beş; altıncısı haddini bilmektir! Edep, haddini bilmektir! Her hâlükârda haddimizi bilmemiz lazım.
− “Sizin için bu dinden razı oldum” hükmü... Bu âyette anlatılanın dışında da o kadar fazla bir şey olmadığı?
− “Sizin bu kadarı ile bu işi anlamanızdan razı oldum” demektir!
“Leküm ekmeltü diyniküm”
“Sizin dininizi kemâle erdirdim” diyor.
Yani “sizin anlayabileceğiniz kadarı ile size Sistemi ve Düzeni anlattım” demektir bunun mânâsı!
“Mutlak Sistem ve Düzeni” değil, sizin anlayabileceğiniz kadarı ile size Sistem ve Düzeni anlattım!” diyor o âyet!
Hepinizin Cuma’sı mübarek olsun. İşiniz gücünüz mübarek olsun!