Benim yerim ne?..
Diye düşünmeye başlar da, beynimin durduğunu ve hiçbir şey düşünemez hâle geldiğimi fark eder, hiçliğimi hissedersem; işte o resmi oraya asmaktan gaye yerine gelmiş; ben önce resme bakmış, sonra görmüş, sonra da “OKU”muş; ve bunun sonucunda haşyet duygusunu hissetmiş; ve dahi secde denilen hâli yaşamış olurum.
İşte bu karşımdaki resim, beni secde ettirmiştir, Âlemlerin Rabbine, Rabb-ül Âlemîne!
Ben olaya böyle bakarken, bir başkası da; “Haydi ezan okundu, gel der namaz kılalım!” der ve arkasından iki takla bir bakla! Tavuk yem yer gibi iki secde; namazımı kıldım, secdemi ettim der, Elhamdülillâh!..
O, yaradılış gereğini, programının gereğini öylece yerine getirmiştir! Buradaki programın gereği de böyle bakıp değerlendirmektir. Ama bu, şuur boyutunun secdesidir.
Öteki, beden boyutunun secdesidir.
Bu ikisi birbirinden ayrı şeylerdir. Hiçbirisi birbirinin yerini tutmaz! Ne tavuk yem yer gibi secde etmek gerçek şuursal bir secdenin yerini tutar; ne de bu secde onun yerini tutar!
Biri şuur boyutunun secdesidir... Diğeri toprak boyutunun secdesidir...
İnsan, şuur boyutu için yaratılmıştır esas itibarıyla! Beden boyutu bu Dünya’da kalacaktır... Bedensel ibadetler de bu Dünya’da kalacaktır...
Ölüm sonrasında bedensel boyuttaki ibadetlerin hiçbiri yoktur. Ne namaz ne oruç ne vs... Ama, Berzah âleminde evliyaullâhın namaz kıldığından söz edilir. Ve bu bize çelişki gibi gelir. Hani kabir âleminde namaz yoktu?
Oradaki şuur boyutunun salâtı ve secdesidir! İdrak yollu edinilmiş ilmin getirdiği rükû ve secdedir kabir âlemindeki salât!
“Valla bizim köydeki evin bahçesinde bir yatır var. Bazen geliyor abdest alıyor. Havlu da ıslanıyor hatta, namaz kılıyor.”
Cinlerin oyununa geliyorsun!
Kabir âlemindeki evliyaullâhın kıldığı namaz, şuur boyutunun namazıdır. Şuur boyutunun namazına misal vermek olsun diye, deminki bakma, görme ve “oku”ma olayını anlattım. Kabir âlemindeki namaz buna benzer türden bir namazdır.
Cin gelip kendini evliya gibi gösterir, bilmem ne gibi gösterir. Sen de, bilgisizliğin, ilimsizliğin, cehaletinin bedelini, onlara inanıp, hayatını onlara göre yönlendirmekle ödersin... Sonunda faturasını ödemek zorunda kalırsın!
Ama şu resimden bahsettim. Resim nedir?..
Resim, “bir anlama işaret eden” nesnedir. “Kelimeler” birer “resim” olduğu gibi; “isim”ler de birer resimdir! Her “isim” bir işaret kelimesidir.
Her isim veya resim temsil ettiği bir gerçeğe işaret etmektedir; o mânânın sembolüdür! Acaba bu isim veya resim neye işaret ediyor, diye hiç düşünüyor muyuz?
“Efendim falanca hoca efendinin vaazını dinlemekle Ahmed Hulûsi’nin konuştuklarını dinlemek arasında hiçbir fark yoktur” diyorsa eğer, hiçbir şey anlamamış, Ahmed Hulûsi’nin anlattıklarından; ve kelimelerinin işaret ettiği mânâları da tefekkür etmemiş, demektir!
Ahmed Hulûsi, vaaz vermiyor...
Ahmed Hulûsi, işaret ettiği mânâları resimleştirerek size sunuyor, o resimlere bakmakla kalmayıp görüp, okuyup ve gereğini hissedip yaşayın diye size anlatıyor...
Eğer şu konuşmalarımı alan teypler, bantlar gibi sesimi alıyorsanız ve gidip başka yerde tekrar ediyorsanız; şu banttan veya şu makinadan hiçbir farkınız yok! İnsanlık şerefinden mahrumsunuz, demektir.
Teypte akıl yok, idrak yok, basîret yok, tefekkür yok!
Ama, Allâh sizlere bunları bahşetmiş... Eğer siz kendinizdeki bu kapasiteyi kullanamıyorsanız, nefsinize zulmediyorsunuz! Size dayak atanlar sizin kendinize yaptığınız kadar zulmetmez!
Çünkü, bu maddi zulümlerin hepsi bir noktada biter. Geçer ve bir süre sonra unutulur gider...
Ama sizin şuurunuza, bilincinize yaptığınız zulmün faturasını ebediyen ödemekle yaşarsınız. Perdeniz kalkıyorsa, siz kendiniz kaldırıyorsunuz!
Perdeniz inip gaflete giriyorsanız, gene siz kendiniz yapıyorsunuz bu işi; kendinizdeki özellikleri, Allâh’ın sizin yaradılışınıza bahşetmiş olduğu özellikleri kullanmamak yüzünden!
Yapmak istediniz de, size karşı çıkan, engel olan biri mi oldu?
Size kullanma yolları öğretiliyor!.. Siz o ilim istikametinde yaşayacağınıza; tutup etrafın dedikodusuna göre yaşamınıza yön verirseniz, kendi kendinize en büyük zulmü yaparsınız!
Ve bunun ağır olan faturasını da ödeyeceksiniz!
Ben dün vardım bugün gidiyorum. Yarın yokum.
Ne yaptıysanız siz, kendinize yaptınız...
Ben kendi yaptıklarımın sonucunu yaşayacağım; ama sizler de yaptıklarınızın sonucunu yaşayacaksınız.
Geri dönüşü olmayan, telâfisi olmayan bir biçimde ve mazeretin geçerli olmadığı bir ortamda yaptıklarınızın, düşündüklerinizin faturasını kendi kendinize ödeyeceksiniz.
Kendinizi aldatmayın!..
Ecel geldi cihane, falanca filanca bahane! Falanca şöyle yapmasaydı, iş böyle olmazdı!.. Olur olur!.. Oluyor!..
Allâh’ın takdiri ve yaratması olmasaydı kâinat yaratılmazdı!
Evet dostlar benim diyeceğim tek bir şey var...
Hakkınızı helal edin!
İyi niyetle, samimiyetle sizlere bir şeyler vermeye çalışarak gayret içinde olduk.
Faydalı olduysak, hayırla anın bizi. Dua edin arkamızdan...
Zararımız olduysa, Allâh şahit!.. Kötü niyetle hiçbirinize hiçbir şey anlatmadım, bir şey vermedim.
Elimizden geldiği kadar kimseden, anlattıklarımızın karşılığını almamaya baktık. Bütün bunların ötesinde artık başka konuşulacak bir tarafı yok!
Allâh hepinizin muîni ola!